29 Aralık 2010 Çarşamba

YENİ YILDAN NE BEKLİYORSUNUZ ?


Her yıl, her televizyonda spiker sokaktaki vatandaşa mikrofonu uzatılır “Yeni yıldan ne bekliyorsunuz” diye neşeyle sorar.Ve ben her yıl, o vatandaşın sanki umulmadık bişey söyleyecek ondan sonrada bu soru bir daha sorulmayacak diye ümitle beklerim.


Baktım olmuyor bu yıl vatandaş olarak ben söyleyecem.Bir daha da kimse Türkiye ile ilgili yeni yılda ne bekliyorsunuz diye soramayacak.


Ayrıca doğru anlaşılamayan bir açıklamayıda netleştiriyorum.Atatürkün “muasır medeniyetten” ne kasteddiğini 87 yıldır net, tane tane açıklayan olmamış.Ben açıklıyorum.


Amaç, aşağıdaki hedeflere ulaşmak olursa bugün konuştuğumuz ve tartıştığımız konuların hepsi yok oluyor.


Ticaret, bilim, sanat, kültür,yaşam, hukuk ve din alanında,

1. Dünyanın en başarılı ilk 100 üniversitesi arasında Türkiyeden 20 üniversitesini sokma hedefi olan,
2. Türkiyedeki günlük toplam gazete satışını 50 milyon adete çıkartma hedefi olan,(Şuan 4,5 Milyon adet civarında,1970 yılında 3 milyon adetmiş)
3. Dünyada en çok bilinirliliği, tanınırlığı olan 100 ticari marka arasına 20 markasıyla girme hedefi olan.
4. Dünyada, ülke nüfusuna göre en az kamu personeli çalıştıran ama en yüksek aylık ücreti ödeyen ülke olma hedefi olan
5. Dünyada, ülke nüfusuna göre en az kamu taşıtı kullanan ülkesi olma amacı olan,
6. Dünyanın en hızlı yargı sistemine sahip ve en yüksek ücretli savcı, yargıçına sahip olma hedefi olan,
7. Türkiyede basılan yıllık toplam kitap sayısını 2 Milyar adet(kişi başı yıılık 25 adet kitap eder,2009 da kişi başı yıllık yaklaşık 1 adet imiş) çıkarma hedefi olan
8. Türkiyedeki tiyatro sayısını ülkedeki 100 kişiye 1 koltuk sayısını tutturuncaya kadar tiyatro açma hedefi olan, (Istanbulda 2009 da yaklaşık 400 kişiye 1 koltuk idi)
9. Türkiyedeki sinema salonu sayısını 4000 adete(şu an 1140adet)
10. Türkiyedeki müze ziyaret kartı sayısını 15 milyona cıkarma hedefi olan(Şuan 2 Milyon adet )
11. Dünyada en çok ilgi gören ve en çok takip edilen ve en çok bilimsel makaleleri yayınlayan ilk 5 ülkesinden biri olma hedefi olan,
12. Her yıl dağıtılan Nobel bilim ve edebiyat ödüllerinden birini mutlaka alan yada almaya aday çıkartma hedefi olan
13. Her yıl dağıtılan Grammy, Oscar ödülleri arasında, her yıl aday olarak 1 den fazla film ve yıldız çıkarma hedefi olan ve her 5 yılda mutlaka 2 tane ödülü alma hedefi olan
14. Dünyanın en iyi ilk 100 müzisyeni arasına 20 dahi müzisyenini yerleştirme hevesi ve amacı olan
15. Bulunduğu coğrafi konum nedeniyle etrafındaki ülkerin ve kendi yeteştirdiği nitelikli insanların beyin gücünü kullanarak kendi vadisini oluşturmak ve bu konuda Silikon vadisine fark atmak amacı olan,
16. Dünyada ülke nufusuna göre en az sayıda ama en hızlı ve en eğitilmiş Dünyanın en iyi ordusuna sahip olma amacı olan
17. Dünyanın en iyi ilk 50 mimarından 10 nuna sahip olma amacı olan.
18. Dünyada üzerinde uçan 100 uçaktan 10 unu üreten firmaları Türkiyeden çıkarma amacı olan
19. Yeni nesil petrol harici yakıtlarla çalışan ve Dünyada en çok satan ilk 10 araba üreticisi firmaları çıkarma amacı olan,
20. Dünyadaki mühendislik şirketleri arasında ilk 10 a 3 şirketiyle girme amacına sahip olan.
21. Dünyanın en karlı 10 Global şirketinden 2 tanesini ülkesinden çıkartma amacı olan
22. İnternet alanında dünyadaki en çok bloga sahip ve en çok yazılı bilgi üreten ilk 2 ülkeden biri olma hedefi olan.
23. Dünyanın en iyi ve en köklü mutfağına sahip ülke olduğunu ve bu konuda Dünyada yayınlanan her 3 yazılı ve görsel haberden 1 inde Türk mutfagının adını geçmesini kendine hedef koymuş olan,
24. Dünya ülkeleri arasında sosyal gelişmişlikte ilk 5 e girmeyi hedefi arasına koyan,
25. Dünya ülkeleri arasında ekonomik gelişmişlikte ilk 3 ülkeden biri olmayı hedef koyan,
26. Tüm takım sporlarında özellikle Futbol, Basketbol, Voleybolda dünyanın en zor ve en iddalı liglerine sahip olan, Futbolu 50.000 kişilik stadlarda, basketbolu ve voleybolu 30 bin kişilik spor salonlarında oynayan, Dunyanı en çok takip ettiği, derbi macları 50 ila 70 ülkenin seyrettiği liglere sahip olma amacı olan.
27. Bisikletin ve doğa sporlarının ülke nüfusuna oranla en çok yapıldığı ve bu konuda dünyadaki en çok kulube sahip olan ilk 10 ülkeden biri olma hedefi olan.
28. Doğal ve yenilenebilir enerji kaynaklarından en fazla yararlanan ve bu konuda en fazla teknoloj üreten ilk 3 ülkeden biri olma amacı olan,
29. Dünyada okur yazarlık oranının en fazla olduğu ülke olma hedefi olan,
30. Dünyanın en iyi beyin cerrahları, kalp cerrahlar, ve organ nakli yapan Dr. larına sahip olan ve Dünyada ilk 10 a 2 hastanesi ile girme hedefi olan,
31. Dünyada en fazla sağlık araştırması, geliştirmesi yapan ve bu konuda çok ciddi maddi kaynak ayıran ülke konumuna gelme amacı olan.
32. Müslüman ülker arasında, en fazla islam dini ile ilgili araştırma yayınlama amacı olan,
33. İslamın dininin en iyi ve en doğru ögretildiği, bu konuda Dünyanın en iyi İslam dini eğitimini veren Üniversitelerini kurma hedefi olan.
34. Dünyanın en çok okunan mizah dergilerine sahip olma hedefi olan.
35. Dünyada en iyi ve en zor pilot eğitimi veren ve en fazla pilotuna sahip ülkesi olma amacı olan
36. Dünyadan uzaya, araştırma amaçlı en fazla uzay mekiği veya onun yerine geçecek uzay taşıtı ve astronot gönderen ülke konumuna gelme hedefi olan.
37. Dünya üzerinde Ormanlarını, ülke yüzölçümüne oranla en yukarı taşımış ülke konumuna getirme hedefi olan.
38. Dünya üzerinde havası şehirlerde bile en temiz olan ilk 5 ülkesinden biri olma hedefi olan
39. Dünyada en fazla gemileri olan ve Dünyanın en fazla geminin üretidiği tersanelerine sahip olan.
40. Dünyanın en fazla balık tüketen ülkesi olma hedefi olan.

22 Aralık 2010 Çarşamba

KUTUDA SÜT SATAN FİRMALARA ÇAĞRI...

“Kuş besleme evi/kutusu” procem kesin bir başarı kazandı.Mahallenin tüm kuşları, her sabah kutunun başına gelip ekmek kırıntılarıyla karınlarını doyuruyor.

Eve 4 gün gelmeyip, ekmek kırıntıları verdiğim kuşları aç bırakırsam olacağı budur.Gariban kuşlar her sabah alıştıkları yerde kırıntıları göremeyince kızgınlıklarını kutudan çıkarmışlar.Kutu delik deşik olmuş...Sanırım kutuyuda yemeye kalkmışlar.




Kutuda süt satan firmalar, kutularını aşağıdaki yazıda belirttiğim şekilde yapsalar yani kutunun üstüne çiçek böcek resmi değilde Karikatürize edilmiş tipler koyup, kesme yerlerini işaretleseler, boş süt kutularından çevremizde yaşayan kuşlara , kedilere şık yemek kapları sunmuş olurlar.Bu sütleri daha çok çocuklar ve gençler içiyor, bu nedenle karikatürize edilmiiş süt kutuları daha eğlenceli.


Tükettiklerimizden artanların, doğada yaşayan diğer canlılar için bir işe yaraması gerekir. Çevreci aktivist olduğumdan değil, bencil olmadığımdan inanarak yazıyorum bunları.Ayrıca soluduğumuz havadan, elimizin değdiği, gözümüzün temas ettiği çevreden daha gerçek ne var ki hayatta.

Süt kutusu sonuçta bir atıktır.Değerlendirilmesi, çevreye yararlı hale gelmesi elimizde olan bir durum...Kutuda süt satan firmalar,biraz gayret, bu konuda piyasaya ilk giren kazanır...

8 Aralık 2010 Çarşamba

KUŞ BESLEME KUTUSU/EVİ

Aldığımız süt kutuları neden boşaldıktan sonra çöpe gider, çünkü biz sadece süte odaklanırız.

Kafımızı kaldırıp etrafımızda yaşayan diğer canlılara yardım etmeyi düşün(e)meyiz.

Diyelim ki düşündük nasıl yapacağız?Makas bul,kutuyu kes, ekmek kırıntılarını koy dışarı pencerenin önüne.Oooooo uzun iş.....Uğraşamam, ayrıca dışardan görüntüyü de kirletiyor.Kesik süt kutusu, çok kötü bir görüntü.

Kulakları çınlasın, annemin VITA tenekeleri ve onun içindeki karanfilleri gözümün önüne geldi.Karanfil, karanfilliğini bilemedi yıllarca.Kendilerini hep margarin sandılar......
Resimde görünen harika “Kuş besleme kutusunu” ben yaptım.Neden harika? Çünkü resim yeteneğim Ajdanın dans yeteneği gibidir...

Hiç bir yerden alıntı yapmadım, kendiliğinden gelişti.Süt kutusunu neden çöpün içine değilde yanına koymuş olduğumu düşünürken, çöpün dolu olduğunu gördüm(2 gündür dolu zaten).Tek başıma amma çok tüketmişim dedim ama gözüm yine kutuda, dışarda durması beni rahatsız ediyor.”O zaman yerde oturma, gel masamda bana eşlik et” dedim.
Kutuyu masanın üstüne koydum.Masanın üstünde, laptopun yanında boş süt kutusu, çay fincanı ve kurabiyeler.Hah dedim şimdi oldu.Bu kutu mutlaka giydirilmeli.Kendimi doğru dürüst giydiremeyen ben, kutuyu giydirecem...Süperim.

Baktım elimde sadece kutu ve kalemler var.Kutuyu, ya boyamak yada kaplamak lazım.Gözüme lavobonun yanındaki kağıt havlu ilişti, hemen aldım, kıvırdım, kutuya bantladım.Bu kabiliyetle amma çizerim diye düşündüm.2 tane kocaman göz, kocaman açık bir ağız ve dışına zikzaklı çerçeve.....oldu dedim, bu kadar basitse mutlaka birisi bulmuştur diye düşünürken zaten karakter çıkmış ortaya.

Sünger bob.

Google abladan baktım, sünger bobta birde kravat varmış, oda tamam..İşte fotolar...

















Sonuç:


Anlamsız çiçek böcek resimleri yerine adam gibi karikatürüze edilmiş süt kutuları olsa, herkes kutu boşaldıktan sonra belirtilmiş yerden keser, kuşlara süper besleme kutusu veya kedilerin süt içeceği harika kaplar böylece kendiliğinden ortaya çıkmış olur.

Keşke kutuda süt satan firmalar buna benzer kutular yapsa...

Bugüne kadar neden düşünmemişler anlamadım.
Sloganları bile hazır ;

“Sadece süt almıyorsunuz, doğada yaşayan diğer canlılara yardım ediyorsunuz”

“Süt hayattır, kutusunu lütfen hayvanları beslemek için kap olarak kullanınız”

10 Kasım 2010 Çarşamba

NE KADAR ZAYIF OLDUĞUMUZU BİLİRSEK, OKADAR KUVVETLİ OLUYORUZ.....

İlk konuşmaya başladığımızda ağzımızdan ilk çıkan kelime oydu “an-ne”,Evde güzel bir sopa yediğimizde ağlardık “annneee” diye, düşüp canımız yandığında yine ağlardık “annecimmm”,Sokakta oynarken evden bişey isteyeceğimiz zaman, eve girmeden aşağıdan yukarı bağırırdık “aaaaannnneeeeeee”, Eve geldik, üstümüz berbat, her tarafımız oyun oynamaktan toz toprak olmuş,ter içindeyiz , hemen bizi duşa sokup yıkayan annemiz suyu biraz sıcak açtımı bağırırdık “annecim annecim yandım”,hasta olup yatağa düştüğümüzde yine ağlardık “annecimmmm”diye.Sinemaya gitmemize izin vermeyen annemize sinirlenir “anne yaaa” derdik, harçlığımızın yetmediğini söylediğimiz ,okulda montumuzu, saatimizi kaybettiğimizi söylediğimiz ilk kişiydi annemiz,



Oysa babamız,

Evde yaramazlık yaptiğimizda, annemiz “akşam baban gelsin söyleyeceğimi biliyorum ben” derdi, Annemizin fırlattığı terlik dışında ilk ciddi tokadı babamızdan yemişizdir,Okulda problem çıkardığımızda ,önce babamızı çağırırlardı,ilk sigara veya içki içtiğimizde en korktugumuz, babamıza yakalanmaktı,karnede kırık oldugunda, ilk aklımıza gelen “bunu babama nasıl anlatacam” olurdu,bir şekilde mahallede maç kazandığımızda yada okulda iyi bir not aldığımızda, sonucu ilk babamıza söylerdik. Ne olursa olsun en iyi araba babamızın arabasıydı,en iyi şoför babamızdı, ehliyet almadan araba yıkama bahanesiyle arabayı kaçırıp kızlara hava atarken , polise yakalandık mı ilk babamızın yüzü gözümüzün önüne gelirdi.En güçlü hep babamızdı,buna inanırdık.

Bunlara rağmen bizim “canımız” yandığında, “canımız” sıkıldığında, başımıza problem geldiğinde aklımıza gelen tek kişi, annemizdi .Karşılıksız sevgi, sürekli koruma ve sonsuz şevkat.

Babaysa güç, cezalandırma ve ödüllendirmeydi.Bilirdik ki iyi bir şey yaptığımızda hemen arkasına babamızdan aferin alacağız yada saçmaladığımızda, karşımızda babamızı bulacağız.Sonrası malum ya hesap soracak yada sopayı yiyeceğiz.

Hayat bu kadar basit ve netti.

Anormal bir özgüven, sağlam kişilik, kompleksiz bir yaşam, rekabeti seven ama insaları incitmekten yaralamaktan çekinen ,kadınların kişiliklerine karşı, kendinin zayıf olduğunu bilen ve onlara çok güvenen, hayattaki kurallara karşı hep temkinli yaklaşan, hayattan zevk alan kişiler olduk.Yakın çalışma çevremizi hep ailemiz bildik o nedenle, sık sık kazık yedik, canımız acıdı ama o aile olgusu hiç değişmedi. Bu nedenle hiç profösyonel olamadık ne çalışma yaşamında nede yaptığımız sporlarda, hep amatör yaklaştık olaylara.

Babamız yaşarken hayatta yaptıklarımızı takdir ediyorsa, aferin diyorsa, seninle gurur duyuyorum deyip başımızı okşuyorsa, işte ozaman biz kendimiz oluyoruz.O zaman yaptıklarımızı içimize sindirebiliyoruz.Ozaman bize kimse zarar veremiyor.
Aksi olursa yani babamız, yaptıklarımızı takdir etmezse, onaylamazsa , hazımsız, doyumsuz, kompleksli, bireyler haline geliyoruz. Yada babamızla geçmişte yaşadığımız çatışmaları, olumsuzlukları,babamız yaşarken çözememişsek, sonlandırmamışsak bu bizim hayatımıza, karakterimize yansıyor.Bir yarımız sürekli aksıyor,eksik kalıyor.

Anne sevgisi ve şevkatini aldıysak,uçan anne terliğini sırtımızda hissettiysek, sevginin değerinin ne anlama geldiğini iyi biliriz.Bir kadını sevmenin karşılığında, ruhumuzun huzur bulacağını, sonsuz şevkat göreceğimizi ama onu üzmenin karşılığında da terliğin, göz yaşları ve kelimelere dönüşüp kalbimize saplanacağınıda iyi biliriz.
Ama birde anneleri olup,karşılıksız anne sevgisi ve şevkatinden yoksun büyüyenler, annelerinden sonsuz korumayı göremeyenler var ki, onlara kimse yardım edemiyor.Mutlaka görmüşsünüzdür, etrafına karşı hep agresif, şüphe dolu, sürekli kendini ön plana çıkaran, her dediğinin doğru olduğuna inanan, kibirli, sinirli, herşeyin iyisini bilen, asla yanlış yaptığını kabul etmeyen, sürekli hep başkaları hatalı olan kişiler vardır.Seven hep o olmuştur ama kimse onu anlamamıştır, sevgisine asla karşılık bulamamıştır. Allah yardımcıları olsun.

Kaybettiğimizde yıkılacağımız, içimizin yanacağıı insanların sayıları zamanla artıyor. Onlara kızsakda gerçekte kızamayız, ayrılamayız, yokluklarını hayal dahi edemeyiz.Bu kişileri çok sevip çok bağlanırız. Yoklukları bizi korkutur, varlıkları sevince boğar.Onlara karşı zayıfızdır, korunmamız yoktur.Bazen kimseye kızamadığımız kadar kızar, avazımız çıktığı kadar yüzlerine bağırabiliriz yada bize bağırırlar. Biliriz ki 10 dakka sürecektir bu durum.Ya onlar ağlar, yada biz ağlarız, ya terlikler uçuşur etrafımızda, yada hayvanlar aleminden bir kaç hayvan ismini karşılıklı anarız bu süre içinde.Sarıldığımızda herşey normale dönecektir. Karşılıksız sevmek böyle bişeydir.

Bu şekilde sevmiş, sevilmiş olarak yaşayanların ne kompleksi, ne kibiri nede psikolojik rahatsızlığı oluyor. Hatta kolestrolu bile olmuyor.

Ne kadar zayıf olduğumuzu bilirsek okadar kuvvetli oluyoruz.

26 Ekim 2010 Salı

GAZETELER NE ZAMAN ÇOK OKUNUR..................

Okuduğum gazetelerde, akılda kalan, iz bırakan, bana katkıda bulunan haberleri, bilgileri, gazetenin hafta sonu eklerinde buluyorum.

Neden?

Gazete eklerinde çalışanlar genelde daha genç, hırslı, yükselmek isteyen ama aldıkları düşük maaş nedeniyle gerçek hayatın içinde(yeni tabirle "sokakta") yaşamak zorunda olanlardır.
”Sokakta” yaşayan ama Gazetede çalışmak zorunda olanların algısı (radarları,antenleri) açık olmak zorundadır, eğer farklı ve herkesin bakıpta göremediği birşeyler çıkarmazsa maaş artmayacak, işten çıkarılma tehlikesiyle sokakta yaşamaya devam edecek.
Sokak hem kurtuluşu hemde çaresizliğidir.
Bu nedenle en yeni akımlar, en populer konular, düşük maaş alan,“sokağın” içinde yaşayanların ortaya koyduğu performanstan çıkıyor.O haber ve bilgileri, refah durumu yükseltilmiş, sokaktan kopmuş Gazeteci (istisnalar var tabi) zor görür.
Okuduklarımdan hissettiğim budur.
.
Sabah yazılan bir haberin akşam doğru olmadığı, bugün okuduğunuz bilginin 1 hafta sonra uydurma olduğu veya köşe yazılarını okuduğunuz yazarın siyasi görüşünün nasıl olupta 1 ay içinde 180 derece değiştiğini ve aynı yazarın 6 ay sonra tekrar başladığı yere döndüğünü hayretler içinde izliyoruz.
Peki neden böyle bir yazarı okuyorum diye kendimize sorduğumuzda karşımıza aynı cevap çıkıyor ”arasıra bazı konular hakkında çok enterasan ve içten yazıyor”
Ne zaman yazmış bu yazıları? Cumartesi Pazar.

Tüm haftayı, Patronu, Siyasiler ve okuyucular arasında dengeleri tutturmak için kasılan, bu uğurda kendinden, karakterinden ödün vererek yazan yazar, hafta sonu özüne döner.
Cumartesi Pazar kendisi gibi olur, yazıları zorlamaz, samimi olur.
.
Özellikle Pazar eklerinde, toplumda farklılıklarıyla öne çıkan kişilerle yapılan röportajlar, yeni açılan yerler,eski ama yeniden populer olan mahalleler, sokaklar, farklı ülkeler,doğa ve seyehat ile ilgili bilgiler, hemen her gazetenin ekinde mevcut.Ne kadar farklı gazete okunursa okadar farklı bilgi elde ediliyor 2 günde.


Günlük gazete hayal edelim; sanki hafta sonu gazetesi gibi çıksın ekleriyle beraber, çalışanların tamamı iyi ücret alsalar bile sözleşmelerinden dolayı “sokakta” yaşamak zorunda olsunlar.Köşe yazarları aşağıda saydığım belirttiğim çok okunan yazar özelliklerine sahip olsun.Gazete hazırlayan ekipler part time çalışsın, Pztesi ,Salı 1. ekip Çarşamba ortak 1. Ve 2. ekip , Perşembe, Cuma 2. ekip, ve Cmtesi Pazarı 1. Ve 2. ekip ortak hazırlasın.

Neden 2 ayrı ekip çünkü gazete çıkarmak yorucu bir iş, memurluk gibi bir şey değil, o nedenle haftada 2 gün mutlaka tatil olmasına inanıyorum ki insanlar kendilerini yenileyebilsin, çok yorulmasın, yaratıcı olmaları için daha fazla gezip görmeleri ,daha fazla insanlarla içiçe olmaları gerekiyor.
1 köşe yazarının haftada max 4 yazı yazması gerekir, fazlasını yazdığı zaman ya saçmalıyor, yada kalitesi düşüyor.
Bu sayede de yeni köşe yazarlarına fırsat yaratılır.

Diger soru: Hangi gazete yazarları daha çok takip ediliyor? Neden?

3 tip yazarın yazdıkları sıklıkla sosyal sitelerde paylaşılıyor.

Genel yayın yönetmeni olmadan önce ki yazılarını sıklıkla takip ettiğim bir yazar, neden en çok okunan yazarlar arasındasınız sorusuna “ben sadece gözümle gördüğüm, elimle dokunabildiğim şeyleri yazarım” demişti.Sanırım çok okunabilmenin en önemli sebebi bu olsa gerek.Ne kadar çok “sokakta” olursan, ne kadar çok yer gezip, görüp bunları samimi bir dille ifade eder ve gerçek yorumlarını katarsan, o kadar çok okunuyorsun.

Bunlara ek olarak hepimizin yaşadığı olaylara “farklı yada ters açıdan bakıp durumun komikliğini çıplak ortaya koyan,zeka dolu” yazarlar okunuyor.

Sonuç olarak; gerçek yaşamı(sokağı) yazanlar,sürekli seyehat edip gördüklerini, yaşadıklarını, seyehat ettiği yerlerdeki farklılıkları yazanlarla, Turkiyedeki haber bombardmanında akılda kalanları toplayıp olayları karikatürüze edip işin özünü çok basit şekilde ifade yazarlar çok okunuyor.

Birde 3. Grup malesef keçiboynuzu tadı veren yazarlar okunuyor.Nasıl ki keçiboynuzu meyvesinin o acımsı tatlı, tadını almak için uzunca süre çiğnemek zorundasınızdır, bu yazarları okumakda aynıdır.10 yazıdan 2 tane iyiyi yakalayacagım diye o 8 yazıyı yüzünüzü buruşturarak mecburen okursunuz.Aynı keçiboynuzu lezzetindedir.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

KAZAKISTANDA YABANCI DAMAT - KAZAK DÜĞÜNÜ

Zonguldak Çaycumada doğ, Antalyada büyü,oku,mühendis ol, sonra gel Kazakistana Almatyde çalışırken Özkemenli Kazak bir kızla tanış,evlen, düğünüde git Özkemende yap.....

Tipik bir Türk yabancı dağmat vakası.Tek fark işlemlerden ve işten dolayı nikah düğün organizasyonunun çok hızlı olmuş olması.Bu nedenle de damat tarafının ailesi gelemedi, onların yerine aile büyüğü olarak iş yerinden yaşça ve boyca büyük olan kişi(Ben oluyorum) ve 2 yakın arkadaşı götürüldü.

Bu vesileyle daha öncede katıldıgım Kazak düğününü başından sonuna ilk defa dahil olup bunu belgelemekte gönüllü olarak bana düştü.

Düğün 29 Temmuz 2010 gecesi Kazakistanın Özkemen Vilayetinde oldu.
Kısaca özetleyeyim.

Gelini Evden Alma Ritüeli
Kızı evden almaya damat tarafı gidiyor.Once kısa bir yemek yeniyor arkasından kızı evden çıkarmak için izin isteniyor.




















Kız tarafı degişik sorularla damadı sınıyor, bilemediği sorular olursa karşılıgında temsilen para veriyor.En sonunda kızın bulundugu odaya kadar geliniyor, kapı açılıyor gelin görünüyor ama gelinin 2 yanında ailenin yaşca büyük 2 akrabası kızı vermek için damat tarafının büyüğünden temsili para isteniyor.Oda veriliyor.
Ve kız damada teslim ediliyor




























1941 Savaş Anıtı Ziyareti

Sovyetler birliğinden dağılan ülkelerin tamamında Gelinle Damat evlenmeden önce mutlaka aksamki kutlamadan önce kendi ilindeki anıtı ziyaret edip fotograf çektiriyor.Anladığım kadarıyla şu manaya geliyor.1941 de ölenlere yeni aile kurmadan önce saygı gösteriliyor ve mesaj veriliyor.Siz 1941 de ölmeseydiniz biz bugun evlenemezdik.Bir anlamda da sizleri unutmadık mesajı.
Fotograflar çekildikten sonrada Şampanya içilip ailenin başlaması ile renkli geçecek gece kutlanıyor.




















Benim anlam veremediğim anıtın etrafından geçenler ve arkadaşları sürekli “Gorka, Gorka” diye bagırıyorlar.Her Gorkadan sonra damadın gelini öpmesi gelenekmiş.Geleneklere her zaman saygı duymak lazım ama Gorkanın anlamı “acı” demek oldugunu öğrendikten sonra şaşırıyor insan.Anlam olarakta “acı başlasın, tatlı devam etsin” imiş.Gelenektir ne yapalım.....,Hala anlam veremesemde saygı duyuyorum.

Akşam Kutlama ve Eğlenme Merasimi


Anıt ziyareti sonrası Akşam 18.00 de Ertiş Nehri kıyısına sabitlenmiş, Nehir teknesinden restoranta çevrilmiş olan kutlama mekanındayız.Girişte Gelinle Damat coşkuyla ve alkışlarla içeriye alınıyor.
Daha sonra bulunduğumuz coğrafyaya özgü her düğün kutlamasında elinde mikrofon olan ve düşün eglencesini yönetmekle, güzel sözler soyleyip Gelini Dagmadı ve ailelerini yücelten konuşmalar yapıp, yeri geldiginde şarkılar söyleyen, düğüne katılan kişileri coşturan kişiye “Tamada” denir.Buradaki tamada bir bayan.
Restorant girişinde damada geleneklerine göre küçük bir oyun oynanıyor.



















Düğünde yine geleneklere gore yerleri daha önceden özel hazırlanmış masaya Gelinle Damat oturuyor. Ve düğün başlıyor.
















Düğünden önce “Gelinin düğüne katılan ne kadar akrabası arkadaşı varsa sizinle kadeh kaldıracak ve içecekler” diye uyarmışlardı!!!!Sonuçta o şekilde oldu ama Damat tarafı olaraktan hiçbir taşkınlık veya laubaliliğe girmeden efendi efendi düğünü bitirdik.Herşey olması gerektiği gibi oldu.Damat tarafı olarak bizede Kazaklar tarafından en değerli hediye olarak adlandırılan Kazak kostumu hediye edildi.
















Damat tarafı için Düğün günü sonrası Koyun Başı Ziyafeti

Ertesi gün, Gelinin yakın akrabası olan ve bir gece öncesinde düğünede katılmış olan bir aile, Damat tarafını ve Damadı yemege alırmış.Ve bu davetler kızın tüm akrabaları tamamlanıncaya kadar hergün baska bir akrabada olmak üzere devam edermiş.Bizim ertesi gün saat 16.00 da gidecegimizden sadece 1 yemeğe katılabilecektik.
Yemekte koyun Kellesi, At etinden yapılmış meşhur Kazak yemegi “beş parmak”, kımız, Kaymak, değişik reçeller, Kafkas salatası,Siyah çay ama sütlü ve bunun gibi yoresel yemekler vardı.

Bizi yemeğe Gelinin abisi çağırdı.Evi Ertiş nehri kıyısında ormanlık bir arazinin içinde yapılmış olan bir tatil evi idi.Bu coğrafyadaki ismi “Daça” .

Bu yemek tam bir merasim yemeği.Yemeğin kendi içinde ritüeli var.Kurulu sofraya bağdaş kurup oturuyorsunuz.
Damat tarafının büyüğüne(ben oluyorum) haşlanmış koyun kafası uzatılıyor bıçakla beraber.Damat büyüğü koyunun kafası üzerinden 1 parca deriyi kesip yiyor.Daha sonra sırayla damadın diğer yakınlarınada aynı şekilde koyun kafasından birer parça almaları için ikram ediliyor.


















Damat tarafının en küçüğüne koyunun kulağı kesilip veriliyor,anlamıda “”sen küçüksün daima dinlemesini bil”

İlk adım seramoniden sonra koyunun kafası bitinceye kadar kafa sofrada masa uzerinde dönüyor.
Kafa seramonisi ailenin günün anlam ve önemine dair gitar ve 2 telli saz eşliğinde söyledikleri şarkılarıyla devam ediyor.
















Yediğimiz koyun kafası ve at etinden beş parmak çok lezzetliydi.Katılan herkeste iz bıraktı.

12 Haziran 2010 Cumartesi

ÇOCUĞUNUZUN HANGİ İNTERNET GAZETESİNİ OKUMASINI İSTERDİNİZ...


Pazar günü netten gazetelere bakarken 9 yaşındaki oglum da(Bora) annesinin bilgisayarından gazetelere bakıyordu.Hangi gazeteleri okuyorsun diye sordum.

Tabiki ZAMAN dedi.

Bir anda şok oldum çünkü netten gazeteler yayınlanmaya başladıgı gunden bu yana gazeteleri okurum ama hiç ZAMAN gazetesi okumadım.Gerek görüşleri gerekse bağımsız olamayacaklarını bildiğimden okumak için tercih etmedim.O nedenlede şoku yaşadım ama Boraya anında tepki vermek istemedim sadece neden Zaman okuyor diye arastırmaya başladım.

Hemen ZAMAN gazetesini açtım netten.Boranın gözüyle bakmayla başladım.Boranın karikatür sevgisini bildiğimden önce karikaturlere baktım.Sayfanın tam ortasında görünen yerdeydi.Ve karikatürlerde oldukça anlaşılabilir mizah çizgisindeydi.Daha sonra bilimle ilgili haberlere baktım.Onlarda sayfanın görünür yerlerindeydi.E tamam işte bizim Boranın istedikleri hemen göz önünde ulaşılabilir yerlerde.
Daha sonra bu gözle diger gazetelerin sitelerine girdim(Boraya tavsiye edecem ya, onu okuma, bak bunları oku diyecem ya) AMAN ALLAHIM...........

Keşke o gözle bakmasaydım.Sayfaların ortalarında yarı çıplak kadın ve erkek resimleri üstelik “frikik verdi, bu seks görüntüleri skandal yaratacak, bu hallerinden eser yok, onlar bu resimleri unutmaya çalışıyor, en sexi anne yine soyundu, sevgilisiyle basıldı, çıplak videosunu nette kocası yayınladı, bu fotograf boşanmalarına neden oldu” gibi tanımlamalar.”Eeee ne var bunda, hayatın içinde bunlarda var “ diyebilirsiniz.



9 yaşındaki erkek çocugu bunları gazetenin ana sayfasında gördüğü zaman, ilgi alanı olmaması gereken yaşamın “yozluklarını” ilgi alanına koymaya başlar.Çevresine bu gözle bakmaya başlar.
Ayrıca nerede Karakaturler nerede bilimle ilgili haberler, çocuklarla ilgili haberler.
Ben netten gazetelere bu gözle hiç bakmamıştım.

Aklıma şu soru geldi.Gazetelerin internet sayfalarını yapanların çocukları yok mu?

Onlar çocuklarına ne iş yaptıklarını nasıl anlatırlar veya kendi tasarladıkları internet sayfalarını övünerek kendi çocuklarına yada torunlarına gösterebiliyorlar mı?


Genel yayın yonetmenleri ve yazarlar sıklıkla Newyorktimes, Washingtonpost, Heraldtribune, Wallstreetjournal, TheGuardian ı örnek verirler.Bunların internet sayfalarını taradım.Sonra donup Habeturk, Hurriyet, Milliyet, Gazetevatan gibi çok satanları taradım.Arada yozlaşma yönünden uçurum var.Sadece Radikal biraz iyi, Cumhuriyet sınırlı ama çok iyi, Zaman ise gerçekten çok iyi.

Netten yazılı basının digital sayfalarını düzenleyenler mantık hatası yapıyor.

Yazılı basınla internet gazeteciliği arasında okuyucu profili farkı var.
Internet gazetesini sadece bilgisayarı olanlar okuyabiliyor.Digerini cebinde 50 kurusu yada 1 lirası olan herkes.
Yarıçıplak foto yada fazlasını gormek isteyen net kullanıcısı aradığını nereden bulacagını bilgisayarı açıp kapamasını bildigi kadar iyi bilir.
Ayrıca netten gazete yapanların atladıgı diger bir konuda nette daha fazla dolaşanların yaşlarının küçük oluşu, dolayısıyla bu gazetelerin, gençleri ve çocukları çekebilecek şekilde design edilmesi gerekiyor.

En büyük yatırımında çocuklara, gençlere yapılması gerekiyor.

Adım gibi biliyorum, netten bu gazeteleri yapanların yöneticileri, 1980 li yıllarda TAN gazetesini görerek büyüyenlerdir.O nedenle fazla tıklanmayı bu sayfalarda “yoz” haber ve resimlerinlerin yapacagına inanıyorlar.

Netice:

Cumhuriyet ve Zaman gazetelerini, hazırladıkları güzel ve temiz internet gazeteleri için tebrik ediyorum, benim okudugum gazetelerin yöneticilerinede lütfen hazırladıkları gazeteyi önce kendi çocuklarına ,torunlarına okutmalarını tavsiye ediyorum.Utanmayacakları gazete çıkarmaları hepimizin yararına.

5 Haziran 2010 Cumartesi

ADANALI DEĞİŞMEZ......ORJİNALDİR.


İnsanlarının farklılığı tartışılmaz olan yerdir ADANA.

Peki neden farkli oluyor bu insanlar.

Anlamak için biraz geçmişe bakalım.


Dönemin Adanası, Çukurovanın Parisi olarak adlandırılıyordu.
Çukurovanın toprağı bereketlidir.Pamuğun “beyaz altın” sayıldığı senelerde Adana kendi içinden zengin toprak ağalarını çıkardı.

Pamuk toplamak için Doğudan Adanaya büyük göçlerin başladığı, pamuk hasadından sonra gece hayatının en yoğun yaşandığı yıllardı, sosyal eşitsizlik hat safhadaydı.

Pamuk hasadından dolayı ellerine geçen varlığı içki, kumar, ve gece hayatında harcayan zenginle, 40derece sıcaklıkta çalışan,sulama kanallarının kenarında, çadırda yaşamak zorunda olanların oluşturduğu sistemin adaletsizliğini iliklerine kadar yaşadı Adanalı.

Bu durumu yaşamının her kesitine görebiliriz.Kebabı bile acılıdır.

Çukurovada “beyaz altın” yılları devam ederken Adanaya İncirlige Nato üssü kuruldu.Üsle beraber Adanaya Amerikan kültürüde geldi.Tarsus Amerikan Lisesi bu kültürün ürünüdür.Tarsus, Mersine resmi olarak bağlıda olsa kesinlikle Adanalıdır.
Zamanla Tarsus Amerikan lisesi, Amerikalı eğitmenlerinden ve eğitim sisteminden dolayı bölgenin en seçkin eğitim kurumlarından biri oldu. Çukurovanın zengin aileleri, çocuklarını üniversiteye kadar burada okuttu, kendi eğitimli elitini yaratttı.

Çukurovada zenginin fakiri, siyasetin ve politikanında zengini ezdiği yıllar uzun süre devam etti.
Sonuçta Adanalı(Alevisi,Sünnisi,Yezidisi,Türkü,Kürdü,Yahudisi,Ermenisi,Hristiyanı) hem zenginliği gördü, hemde fakirliği.Ezilmişliği dibine kadar yaşadı.
Zamanla zengin, çok iyi eğitim almış nesille, fakir, ezilmişliğe isyan eden, yaşamdan alacağı olan,hayata karşı iddaada bulunan, nesilin birleşimi ortaya çıktı.
Çukurovanın Adanası ve çevresinde yaşanan bu sosyal adaletsizlik Türkiyenin sanat,edebiyat,bilim,media,müzik ve spor dünyasındaki zenginliğini oluşturdu.
Hemde ne zenginlik.....

Ortak özelliği(istisnalar hariç); savaşçı olmaları,yaşama karşı kendilerini ispat etmek istemeleri, dik durabilmeleri, ve inandıkları yoldan dönmemeleridir.

Genlerine kadar işleyen bu kültür nedeniyle Dünyanın merkezini içlerinde hissederler.

Özgüvenleri inanılmazdır. Erkeğide kadınıda çok dirençlidir.Hepsi birer ekoldür. Orjinaldirler.
İşte size yaşayan örnekler;

Yaşar Kemal;

Kendisi ne kadar Kürt olduğunu söylesede özbe öz Çukurovalıdır Adanalıdır ama ovadan değil toroslardandır.
Neredeyse tüm yaşamı, romanları, kahramanları ezilmişlerin başkaldırısı üzerinedir.Hayata bir direnişi, dik duruşu vardır. Çukurovanın toroslarından attığı çığlığı tüm dünya duydu.
Romanları film oldu, dünya dillerinde yayınlandı.Yakın arkadaşları,Zülfü Livanelli,Teodorakis oldu.Kendi ülkesinde bazen hiç sevilmedi ama devir değişsede asla değişmedi.Adanalılığından da, Kürtlüğünden de, yaşam inadından da taviz vermedi.Kimseyi taklit etmedi.Orjinaldi.Ekol oldu.

Fatih Terim:

Hayatı inatla ve hırsla yaşadı.Renkli futbol oyunculuk yaşamını Galatasarayda ve milli takımda kaptan olarak noktaladı.Çok hırslıydı, bir defasında sinirlendiğinde yan hakemin yüzüne tükürdüğünü hatırlıyorum.Trübünler “imparator” derdi. Evleninceye kadar renkli yaşadı.Eşi Turkiye güzellerindendi.Antrönörlük hayatı futbolculuk hayatından daha renkliydi.Türkiyenin gündeminden hiç düşmedi. Genlerindeki Adanalılık, Türk insanın Futboldaki başkaldırısını ortaya çıkardı.İlk defa bir Türk takımı UEFA şampiyonu oldu onun teknik direktörlüğünde.Ortaya koyduğu, mücadeleci sistem Turk Futbolunun yapısını oluşturdu.Italyada Fiorentina ve Milanda Teknik direktörlük yaparken Turk ve Italyan spor basının gündeminden hiç düşmedi.Trübünler “imparatore” diye bağırıyordu ki bu bir ilkti Italyada. Konuşmalarıyla, iddasıyla kendi ülkesinde birçok insanı kızdırdı,çok tartışıldı,kimi çok sevdi, kimi nefret etti ama hiç taviz vermedi, eğilmedi, bükülmedi,dönmedi. Kimseyi taklit etmedi.Orjinaldi.Ekol oldu.

Ayşe Arman;

Yazılı basına, üniversite eğitimini yarıda bırakıp geçti.
Gazetecilik yaşamının başlangıcından bugüne kadar Türkiye mediasının gündeminden hiç düşmedi.Yaptığı gazetecilik çok tartışıldı.
Türk basınında “Ayşe Arman sit-com gazeteciliği” dönemini başlattı.Yaptığı roportajlar ve özel hayatını teşhir etmekle gündemi kimseye bırakmadı.Bir çok taklidi medyada yer aldı.Röportajlarını kendisi gibi hayatın içinden renkli insanlarla yaptı.
Türkiyenin çok değişken sosyo-politik yaşamında medya gibi bir sektörde tarzını ve duruşunu hiç değiştirmedi.Annesinin Alman olması Adanalılığını dahada zenginleştirdi.Tarzından dolayı birçok insanı kızdırdı,bazısı çok sevdi.Sevdiğinide sevmediğinide yazılarında açıkça ifade etmesiyle beğeni topladı.Kimseyi taklit etmedi.Orjinaldi. Ekol oldu.

Adanalılar iş dünyasınada damgasını vurdu.Mehmet Emin Karamehmet, Sabacıların en Sabancısı Merhum Sakıp Sabancı,Ali Sabancı(Yeryüzünde babasıda ,Kayınpederide Forbeste ilk 100 de olan tek kişi),Hüsnü Özyeğin,Hasan Arat, Ahmet Sapmaz.Bu isimlerin çoğu iş dünyasında birçok rakiplerini geride bırakarak ilkleri yaptılar.Kimseyi taklit etmediler.Orjinaldirler.Ekol oldular.

Çukurovadan, ilk anda herkesin aklına gelebilecek edebiyatçılardan;
Necati Cumalı, Orhan Kemal,Demirtaş Ceyhun,Yaşar Kemal ,Muzaffer İzgü,

Sinemacılardan;
Yılmaz Güney, Danyal Topatan,Menderes Samancılar,Şener Şen, Aytaç Arman, Salih Güney
Bilim insanlarından; Mustafa İnan, Ali Yaşar Sanbay,Süleyman Ozmucur,Faruk Logoglu,Yusuf Hallaçoğlu,

Siyaset yaşamından ;
Kasım Gülek,Devlet Bahçeli,Mehmet Ünaldı,Cüneyt Canver,Hayri Kozanoglu,İmren Aykut

Muzik ve Moda hayatından;
Ferdi Tayfur,Suna Kan,Erol Büyükburç,Ozan Çolakoğlu,Mustafa Sağyaşar,Faruk Tınaz,Rojin,Kıvanç Tatlıtuğ,Yaşar,Feridun Düzağaç,Haluk Levent,Murat Göğebakan,Umit Besen,Grup Merdiven

Media dünyasından;
Ayşe Arman, Nebil Özgentürk, Mesut Mertcan, Savaş Ay, Cenk Koray, Abdurrahman Dilipak,Işık Yurtçu, Çoban Yurtçu,Cevdet Akçalı

Sporda;
Fatih Terim, Hasan Şaş, Lütfü Arıboğan,İsmet Atlı,Kayhan Kaynak,Nesrin Olgun Aslan,Erdal Acet,Mustafa Ertan,Turgut Aykaç

TURK BASKETBOLUNDA SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİ:EFES PİLSEN ÖRNEĞİ

Türk basketbolunda son 2 yılda uluslararası alanda, Avrupada ve Beko Basketbol ligindeki seviyemizde belirgin bir başarısızlık var.TV ve yazılı basındaki tüm yorumcular , basketbolla ilgilenen herkes aynı soruyu soruyor. NEDEN?

Bundan 5 yıl önce hepimizin Basketbolla ilgili umudu vardı, çünkü başarılar geliyor, yeni yetişen nesile bakıp umutlanıyorduk.

Problemi minimize ederek sorunun cevabını vermeye çalışalım.Önce kulüplere bakalım ve örnek olarakta basketbol kulüp yapısının en iyi olduğuna inandığım Efes Pilsene bakalım.
Efes Pilsen alt yapısının başında yıllarca aynı isim vardı.Aydın Örs.Türkiyenin ve Istanbulun her tarafındaki okullarında en iyi minik oyuncuları seçer,onları sıkı bir disiplin ve iyi eğitimle önce yıldız takımlarda sonra genç takımlarda başarı kazandırır sonrada Efes A takımına gönderirdi.Efes A takımın başında kim vardı.Aydan Siyavuş(Bu vesileyle anmış olduk,Nur içinde yatsın).Aydın Örs de alttan gelenlerle ve aralarına dışarıdan uyumlu oyuncuları getirerek başarılı olurdu.Aydan Siyavuşun vefatından sonra Aydın Örs geldi yerine...Ektiklerini topladı.Efes en parlak devirlerini yaşadı, tabi Turk basketboluda.Kaliteli birçok oyuncuya sahip oldu Turk Basketbolu.Sonrasında Aydın Ors istifa edip ayrıldı ve yerine kendi ekolunden, kendisiyle yıllarca çalışmış Oktay Mahmudi geldi.Arada Engin Ataman dönemi oldu ama süreklilik devam etti.Aydın Örs milli takımın başınada geçti sonrada diğer takımlara transfer oldu.Ama asla Efesteki başarıları yakalayamadı.
Efes Pilsen kendi organizasyonundan alt yapısından 2. bir Aydın Ors çıkartamadı, tabi Turk Milli takımıda çıkaramadı.
Efeste alt yapının başındaki antrenörün A takımın başına geçeceğini asla aklına getirmez, çünkü bilirki Efes mutlaka dışardan fazla para verip ünlü birini getirip koyacak.O nedenle adam yetiştirmenin ona ilerde hiç faydası dokunmayacak.Kendinizi o antrenörün yerine koyun.
Neden fazla efor sarfetsin?
Efes dolayısıyla Turk Milli Basketbol takımıda kendi iç dinamiğini kaybetti.
Aşağıdan yukarıya adam çıkartmayan tüm sistemlerde bu dinamik yok oluyor.
Dışarıdan herhangi bir takımın başına gelen antrönörü düşünün .Mutlaka kısa sürede başarı kazanması gerekiyor, eğer başarılı olamazsa sonu kapı dışarı edilmek.Ne yapar sizce?Hemen en iyi oyucuları bulmaya çalışır.En iyi oyuncu=Yuksek fiyat.Bütçe şişmeye başlar.Kendisi zaten iyi paraya gelmiş, aldıklarıda yüksek bedelli sonuç:Efes Pilsenin bugünkü durumu...
Bu durumda ne Ergin Atamanın sucu var nede diğer antrönörlerin.Suç eski sistemin bozulması, geliştirilememesi.Çok paraya çok iyi oyuncular getirebilir çok iyi antrönörde bulunabilinir ama başarılı olunamaz.

Takım oyunlarında başarı için en önemli kural "takım olabilme" becerisinde gizlidir.Takım olabilmede ortak yaşanmışlık, ortak hedefe kilitlenip,ortak duygularla hareket edebilmeden geçer.Eski Efesi düşünün senelerce yıldız takımlarda ,genç takımlarda uluslararası turnuvalarda beraberce oynamışlar ve A takıma yükselmişler.Bu takıma istediginiz yabancıyı koyun.Yabancı takıma uymak zorunda kalacaktır.Aksİ takdirde dışlanacak.Siz hiç eski Efesli oyuncuları yada Eski efese gelen oyuncuları magazin sayfalarında görmüşmüydünüz..Ben rastlamadım.

Çözüm: Fedarasyon, herhangibir kulüple anlaşan A takım antrönörüne 2 yılı opsiyonlu 3 yıl aynı kulüple çalışma şartı koyacak ayrıca o kulubun alt yapı sorumlusuda A takım yardımcı antronorlugu görevine getirilmesi şart koşulacak. Böylelikle antronör mutlaka sistem kurma zorunda hissedecek kendini.Altyapı sorumlusuda ileride A takım antronoru gittiginde yerine gelecegi için mecburan alt yapısına daha özen göstermek zorunda kalacaKazanan Türk Basketbolu olacak.

9 Ocak 2010 Cumartesi

BASKETBOL OYUNU VE EKİP ÇALIŞMASI


İş yaşamıyla basketbol oyunu arasında veya diğer takım sporları arasında çok fazla ortak nokta var.

Bildiğim bir oyun olduğu için basketboldan örnek vereceğim.
Ileri yaslarda çift pota maç yapmaya yeterli enerji ve performans yetmediği için genelde populer olan tek pota maximum 4 er kişiden oluşan ekiplerle oyun oynarsınız.
Bu oyunda adam sayısı sınırlı olduğu için 4 adamında eşit guce ve oyun zekasına sahip olması gerekıyor.

Ornegin A takımı 4 kısıden sadece 3 tanesi gercek anlamda dogru hucum ve savunma yapıyor diger 1 tanesi hucumda top kaptırıp, mudafada hiç olmuyorsa ve diger B takımında 4 kisi denk ise ozaman A takımı oyuncuarı ogun moralmen biterler cunku o 1 kisi diger 3 kisiye sac bas yoldurur.

Gercek hayata bakalım.

Sirket kurmuşsunuz ornek vermek gerekirse 7 degisik departman oluşturmuşsunuz ve oluşturduğunuz departmanlara çalışanları yerlestirmişsiniz.Bu ekiplede iş yapamaya çalışıyorsunuz.
Her bolum oturmus ama 2 bolumum adamının yanlış olduğuna karar veriyorsunuz derhal degistiriyorsunuz.Yine doğru çalısmıyor, tekrar, tekrar degıstırıyorsunuz.....olmuyor.Surekli hata yapılıyor.
Soru şu ne yaparsınız?Maç devam ediyor, ekipler çalısıyor ama para kaybedıyorsunuz.Yapacak bisey yok ..Yeni bir tane daha bulmaya calısırsınız.
Taki dogru adamı buluncaya kadar.İ

şte basketbol oyunuyla gerçek hayat arasındaki ortak benzerlik budur.

Eger kazanmak istiyorsanız 4 adamın 4 taneside dogru ve iyi olacak.Aksi takdirde surekli çabalarsınız ama kazanamazsınız.
Onemli olan aksayan tarafı erken bulup duzeltmek, olmuyorsa fazla ısrar etmeden hemen daha iyisiyle degistirmekç