24 Aralık 2011 Cumartesi

Beşiktaş çArşı; her şeye karşı , hatta kendine bile.


Denk gelmiş bir futbol maçı seyrediyorsun yada radyodan dinliyorsun, takim, senin takımın değil, yine de  gözün kulağın maçta. İçinden keşke “o takım kazansa...” diye geçiriyorsun.

Denk gelmiş maça gitmişsin, kendi takımının taraftarları arasına oturmuşsun. Hava güzel, stat süper, herkes ayni renk giyinmiş. Stattaki anonslar sürekli taraftara gaz veriyor.
İçin içine sığmıyor hemen marşları söylemeye başlıyorsun ama taraftar maça değil sinemaya gelmiş gibi. Hatta senden rahatsız bile oluyorlar. İçinden diyorsun ki ”ah ulan ah şimdi  o taraftar burada olacaktı ki inletirdik  burayı”

Denk gelmiş yurt dışına tatile gitmişsin. Dubai'de oteldesin. Türkiye’de kış, Dubaide denize giriyorsun.Oteldeki herkes yabancı, çoğu da İngiliz. Yemek yerken bazılarıyla tanışıp konuşuyorsun.
Orta yaşlı İngiliz nereli olduğunu soruyor. Türküm diyorsun.
Adamın yüzü gülüyor ve gözünün içine bakıp”biliyor musun 1 defa maça İstanbula geldim, hayatım boyunca o maçı unutamam.O nasıl taraftar öyle.O nasıl bir tezahürattı’’der.

İşte ‘’O takım’’ Beşiktaş ,

 ‘’O taraftar’’ Beşiktaş taraftarı,

‘’O taraftarın kalbi’’ Çarşıdır.

Türkiye’de armasından renklerine, taraftarından oyuncusuna, yöneticisinden amigosuna kadar kökten ‘’sıra dışı’’ başka bir spor kulübü olmadı.

Cabbar cevval spor kulüpleri tabi ki var ama ''sıra dışı’’ kesinlikle yok.

Arkası boş iddia bulunmak, yalandan efelenmek yerine, neden ‘’sıra dışı’’ olduğunu yazmak  daha anlamlı .

Kurulduğu günden bugüne Beşiktaş hep ilklerle anıldı.
İstanbul’da kurulan ilk spor kulübüdür, armasında ‘’Türk Bayrağını’’ taşıyan ilk ve tek spor kulübü, ligi 3 defa namağlup bitirip şampiyon olan, 5 kez arka arkaya şampiyon olan  ilk kulüp , bir maçta 10 gol atan ilk kulüp, engelliler şubesini açan ilk kulüp , Türkiye’de süper kupayı alan ilk kulüp,Türkçe ’’Kartal Yuvası ‘’adını ürünlerini satmak için açtığı mağazalara veren ve Türkçeyi kullanmakta ısrar eden ilk spor kulübü,
Bu şekilde devam eder gider..(daha fazlasını merak edenler ‘’Beşiktaş ilkler’’ diye  netten yazıp bulabilir)

Burada tarihçe anlatmadan sporcusundan  yöneticisine kısa bir özet yapacağım.
İlk kurulan ve semt takımı olan Beşiktaş'ta oynayan tüm  sporcular her devrin en efendi sporcuları oldular.
Efendiden kasıt saygılı, işini doğru yapan, disiplinli sporculardır, yoksa tabi ki içlerinden isimlerinin önlerine sıfat eklenen sporcular çıktı.
Benim hatırladığım yakın tarihliler “takoz Recep, deli İbrahim ”gibi, fakat en baba sıfat “baba Hakkı”  Hakkı Yeten’dir.


Efendiliği, disiplini  ve sporculuğu ile  dönemine damgasını vurmuştur. Beşiktaş’tan kırmızı kart gören bir oyuncu önce Hakkı Yeten’e bakıp onay ister ve eğer baba Hakkı onaylarsa saha dışına çıkarmış.Oynadığı dönem boyunca Galatasaray ve Fenerbahçe'ye 30 ‘ar gol atmış.439 maçta  382 gol atmış.Teknik direktörlük, federasyon Asbaşkanlığı, ve aralıklı 3 dönemde Beşiktaş başkanlığı yapmış. Beşiktaşın 2 onursal başkanından ilkidir. Toprağı bol olsun, nur içinde yatsın....


Bunların yanında “İnönü” stadında oynan ilk maçta (Beşiktaş-Isvec AIK)  Beşiktaş adına ilk golü “Süleyman  Seba” atmış ve Süleyman Seba Beşiktaş’ta  Hakkı Yeten’den sonra bir kez daha  futbolcu olarak oynadığı takımın Kulüp başkanlığına oturan kişi olmuştur.
Kendi sporcusundan 2. Kez başkanını çıkartan Beşiktaş, yönetim bilimlerine model olmuştur.


Durum bu şekilde daha iyi anlaşılıyor.Futbol oynadığınız kulübün başkanı olabiliyorsanız, o kulüple ilgili doğruları yanlışları en iyi siz bilirsiniz.
Bu nedenle Beşiktaş tarihinde en uzun başkanlık dönemi, en fazla şampiyonluk “Süleyman Seba” yönetiminde olmuştur.
Allah uzun ömür versin Beşiktaş kulübü ve taraftarı kendisine şükran borçludur. Beşiktaş'ı kitlelere sevdiren Süleyman Seba yönetimidir. Beşiktaş'ın 2. Onursal başkanıdır.
Hayatın acımasızlığından olsa gerek hakkettiği gibi kulüpten ayrılamadı.

Süleyman Seba yönetimindeki Beşiktaş’ta ligin tarihi gol rekoru kırıldı.
Bu dönemde efsane 3’lü Metin-Ali-Feyyaz Adana Demirspor’a 10  gol attılar(Ali 4 gol ,Metin 3 gol, Feyyaz 3 gol)


Taraftar bu 3 lü için marş yazdı( 1, 2, 3 gol yetmez -4,5,6 olsun- Metin Ali Feyyaz atsın, Beşiktaş'ım şampiyon olsun). ”Kolej takımı” sözleri de bu dönemde ortaya çıkmıştır. Kolej takımı hüviyetindeki Beşiktaş bu dönemde 5 kez lig şampiyonu olmuştur.

Bu kadar çok ilkleri olan kulübün merkezi adını taşıyan semttedir.

Kurulduğu günden ilki yaparak başlayan kulüp daha sonra kendi semtinin desteğiyle zirveye çıkıp Türkiye’ye mal olmuştur.Adını taşıdığı semtin esnafı kulübe daima karşılıksız destek vermiştir.


Taraftarın kalbi burasıdır. Pazarcısından  bakkalına, meyhanecisinden kurabiyecisine kadar  hepsi taraftardır.
Beşiktaş'ı farklı kılan, sıra dışı yapan en belirgin özellikte budur. Esnafların oluşturduğu birlik asla yıkılmaz .

Beşiktaş  taraftarı maçlara gitmeden önce mutlaka semtte!!!  buluşur, birbirini görür,coşar daha sonra yürüyerek, marşlarını söyleyerek Atatürk’ün  Dolmabahçe sarayının  hemen üzerindeki İnönü Stadına girer. Burası Beşiktaşlılar için yuvadır.Maça başlamadan zaten coşmuş olan taraftar maç sonuna kadar ve maçtan sonrada tezahüratlarına devam eder.


Taraftarın bu ruh hali tüm Türkiye’ye yansıdı , sayısız taraftar edindi.Bu kadar fazla taraftar olunca Beşiktaş semtinin insanı  kendine ‘’çArşı’’ diye taraftarlar arasında yer edindi. Kendi amigosunu da çArşı kendi içinden çıkardı.


Taraftarda Beşiktaşlılık esas olduğundan kimsenin ırkı, dini, mezhebi öne çıkmaz. Renklerinin  siyah beyaz zıt oluşu tamda burada devreye girer. Siyahla beyaz yan yana geliyorsa her şey bir araya gelebilir.

Türklerin Ermenilere soykırım yaptığını iddia eden  “densiz”lere Beşiktaş taraftarı tokat gibidir.

Amigosu Ermenidir ve tüm Beşiktaş taraftarı amigo Alen Markaryan’ı gönülden sever ve sayar. Beşiktaş taraftarının Alen abisi ,amigo Alen’dir.Alen bir hareketiyle stadyumdaki 10 binleri yerinden hareket ettirir.Adına marşlar yazılmıştır.

Taraftar grubu çArşı, bir ara kendine karşı gelerek kendi kendini lağvetti ve sonra tekrar ortaya çıktı.
Beşiktaş çArşı her şeye karşı, hatta kendine bile”  boş yere söylenmiş bir slogan değildir.
“Çarşı alayına karşı”

Taraftar grubu çarşı , Beşiktaş takımına verdikleri büyük destek, tribün gösterileri ve sosyal içerikli mesajları ile ün kazandılar, bana göre de Türkiye’nin vicdanı oldular.


Futbol severler kendi takımlarının maçlarını seyrederken bile merak ediyorlar “acaba çArşı farklı bir şey yaptı mı?”

Beşiktaş kulübü en son futbolda şike konusunda alışılmayanı  yaptı.
Kupada adının şikede geçmesinden rahatsız olan kulüp, ilk iş olarak kupayı federasyona iade etti. ”Bize kupa değil onurumuz lazım” diyen Beşiktaş esnafı, kulübün hareketine destek verdi.

Her taraftar kendi takımının şampiyon olmasını ister ama Beşiktaşlılar takımlarının sadece mücadeleci oynamasını ister.Yenilse de “İnadına Beşiktaş” diye bağırırlar.

Taraftarın bir defasında UEFA kupasında karşı takımın çok iyi ve temiz oyunuyla galip gelmesinden sonra dakikalarca rakip takımı ayakta alkışladığı olmuştur.

Taraftarın takıma verdiği büyük destek bazen Dünya basınında da yankı buluyor.
ABD spor taraftarları tarafından yapılan oylamada çArşı grubu Beşiktaşın 2007 yılında Liverpool’u 2-1 yendiği maçta yaptığı gösteriyle tüm zamanların en iyi taraftar grubu seçti.


Beşiktaşlılık  popüler kültüre ters düşmektir;Güçlü olanın yanında olmak, paraya itimat etmek yerine haklı olanın, mağdur olanın  yanında olmaktır, değerlere itimat etmek ve onlara sarılmaktır.

Beşiktaşlılık aşktır;Sonunu düşünmeden gittiği yoldan, geçirdiği zamandan keyif  almaktır.

Beşiktaşlılık melankoli halidir; filmin sonunun hüzünle biteceğini bildiği halde, kızın yaşadığını bilmek sevindirir.

Beşiktaşlılık; köprüden önceki son çıkışı bilerek geçmektir.

Beşiktaşlılık siyahla beyazdır; yan yanadır ama hep tezattır.

Ve Beşiktaşlı sağcıdır, solcudur, dincidir, ulusalcıdır, liberaldir, Türk’tür, Kürtür, Laz’dır,Ermenidir, Yahudidir, sünnidir, alevidir, zencidir, beyaz’dır ama önce İNSAN’dır.

Herkesin içinde mutlaka bir Beşiktaşlılık vardır....




14 Kasım 2011 Pazartesi

ELINDEN GELENIN EN IYISINI YAPANLAR...


Bravo, Süper …, helal olsun, ancak bu kadar iyi olur, iyi iş çıkarmış(lar), gerçekten başarılı(lar), başarıyı hak etti(ler), daha iyisi nasıl olur bilmiyorum, bravo ...

Bu yazı, yukarıdaki kelimeleri bana içimden gelerek söyletenler üzerine yazılmıştır.

İşini iyi yapmak; insanin  elini neye atsa yapabileceğinin en iyisini yapması  anlamında kullanılmıştır. Bir çoğunda bunu karsılık beklemeden sadece kendisi için yapar. Başka turlu davranamaz.

Son yıllarda her olayı, herkesi sürekli eleştiriyoruz. Konuştuğum  arkadaşımdan, okuduğum gazeteye, seyrettiğim haberlere kadar herkes her şeyi eleştiriyor.

Bu alışkanlık sadece Yunanlılarda var sanıyordum ama bize de işledi. Öyle ki Yunanistan’da çok meşhur bir sanatçı kurulusunda bulunduğu partinin iktidara gelmesinden dolayı derhal istifa edip muhalif partiye kayıt olduğu orneğini verirsem ne demek istediğim daha iyi anlaşılacak. Bu arada tanıdığım tüm Yunanlı arkadaşlarım çok iyidir. Hepsini severim ama toplum kültürü olarak her şeye muhalifler.

O zaman iyi olan ne var derseniz:

Gazetelerin özellikle Cmtesi, Pazar eklerinde  mutlaka basarili veya mutlu insan haberlerini görebiliyoruz. Sevindirici gelişme…

İsini iyi yapanlara gelince, gözüm sürekli bunları  seçiyor. Yaptıkları işi gerçekten iyi yapıyorlar. Yukarıda  belirttiğim tanımları ve övgüleri olduğu gibi hak ediyorlar.Sadece iş olarak değil, insanlık olarak, çevreye duyarlılık olarak da en iyisini yapıyorlar.

İçimden  ‘’ Bravo, Süper …, helal olsun, ancak bu kadar iyi olur, iyi is çıkarmış(lar), gerçekten basarili(lar), basariyi hak etti(ler), daha iyisi nasıl olur bilmiyorum ‘’ diye düşünüp yüzlerine söyleme fırsatı bulamadıklarımı yada yeterince düzgün kelimelerle yaptıkları işin en iyisini yaptıklarını söylemediklerimi listeledim. Her türlü güzel sözü hakediyorlar.

1.     Türk Erkek Milli Basketbol takimi( 12 dev Adam) ; Dünya şampiyonasında eksik kadroyla gösterdikleri  inanılmaz mücadele ile Dünya 2. si oldular. Daha önemlisi takim olarak birbirine kenetlenilirse, karşısındaki rakibin kim olduğunun hiçbir önemi olmadığını galibiyetin mutlaka geleceğini hepimize gösterdiler. Bravo diyorum.

2.       Gürkan Genç:  Kafayı Ankara’da bisiklet yolu olmamasına, bisikletin bir ulaşım aracı olarak gorülmemesine takmış, madem öyle ben buradan Japonya’ya kadar bisikletimle  gideyim de size  kapak olsun dedi ve Japonya’ya kadar bisikletiyle gitti. Söylememe gerek yok adam Laz. Laz inadı var. Karakum çölü(en buyuk 7.)  , Gobi(en buyuk 4.) çölünü,  bisikletçilerin Everesti olarak anılan Pamir dağını(4650mt) bisikletiyle geçen ilk Türk. Hayal kurup hayallerini gerçekleştirmesi bakımından  örnek gösterilecek  iş yaptı. Bravo diyorum, tebrik ediyorum. Ha bu arada 7 yıllık Dünya turu hayali var, şimdilerde onunla ilgili çalışıyormuş. Sponsor aranıyor(www.dogaicinpedalla.blogspot.com)

3.       Ayşe Ebru; İstanbul Tekniği  2.likle bitirdi, Masterinı dereceyle bitirdi,  evlendiği aşkı uğruna üniversiteden sonra  Türkmenistan`da THY bilet satışta çalıştı, inşaatta planlamada çalıştı, 1. Oğlunu doğurduktan sonra  textil ihracat operasyonda  çalıştı. 2. Oğlundan sonra aşkı uğruna işini bırakıp Kazakistan'a  ailece yerleşti. Kendini  çocuklarinın eğitimine verdi , bu arada Kazak üniversitesinin Rusça hazırlık kursunu 2.'likle tamamladı. 3 yıl sonra tekrar ailece Türkiye’ye döndüler. Şimdilerde belediye klasik Türk musikisi  konservatuvarına  devam ediyor.Elini neye atsa en iyisini yaptığı, ve 2 tane erkek çocuğu + 1 ergeni süper yetiştirdiği için bir tanesin diyorum. Daha iyi nasıl olur bilmiyorum, çok öpüyorum…

4.       Zülfü Livaneli; Son kitabi Seranad'ı çıkardı, muhteşem yazmış, sanatın hangi dalına el atsa en iyisini yapıyor. Her türlü övgüyü hak ediyor. İşini çok iyi yapıyor…

5.       Van depreminden sonra  yardim gönderenler; Hayatin anlamı var mi? Bu depremde Van`a yardim gönderen herkes için hayatin anlamı var. Insanlığın ölmediğini gösterdikleri için bravo diyorum. Böyle bir milletin ferdi olduğum içinde gurur duyuyorum. Daha iyisini ne duydum, ne de gördüm.

6.        “Doğa İçin Çal” organizasyonunda 3. Kliperini çekmişler (blog sayfasinin altinda).Super olmus.Bircok unlu, unsuz sanatciyi ayni sarki icinde farkli yorumlarla cok iyi birlestirmisler. Daha iyisi nasil olur bilemiyorum…Amaclari Turkiyede ormanlarin yok olmasina dikkat cekmek.Basarililar.

7.       Bahcelievler A7 Blog Apatman gorevlisi Ahmet bey;Yillardir isini hic aksatmadan yapan guler yuzuyle apatmanin tum sakinlerinin sorunlarina yardimci olan ustune 2 tane cocugunun iyi yetismesiyle ilgilenen olumlu insan.Kendisine Bravo diyorum.Isini cok iyi yapiyor.

8.       Ayse Arman;  Meslegi birakincaya kadar bulundugu kulvarda  1 numara olarak kalacagi kesin.Elini neye atsa ses getiriyor.”Yarim kalan hayatlar” projesiyle kendisinin alabilecegi paralari yarim kalan hayatlara veren ve verdikce kendini daha mutlu hisseden Hurriyet gazetesi yazari.Isini iyi yapiyor ve diger insanlara inadina yardim ediyor.Bravo diyorum…

9.       Turker Cikrikci; tum lise hayati boyunca  gozleri bozuk olmasina ragmen “ben pilot olacam” diye tutturdu.Tum arkadaslari (ben dahil) gozleri bozuk oldugu icin “unut olamazsin” dediler, dalga  gectiler.Onun mezun oldugu yil  sivil havacilik okulu acildi ve orayi kazandi.Uzun yillardir THY Airbus kaptan pilotu ve cok basarili.Yilmadan hayalinin pesinden gitti.Bravo, super diyorum…

10.   Cagan Irmak; hangi filmi , diziyi cekse cok guzel oluyor.Insani tam ruhundan yakaliyor ve filmin icine cekiyor.isini cok iyi yapiyor .

11.   Mevlana Formen; Bir insan insaatta calisip, sessiz sedasiz isini bu kadar iyi yapip yaptirip, calistigi hic kimseyle kavgali olmayip isiyle ilgili hic mi konusmaz? Isiyle, insanligiyla verdigi derslerden dolayi bravo diyorum.Ancak bu kadar iyi olunur.

12.   Mumin Sekman;basarili olmak ogrenilir mi?Evet….Bir kitap yazdi Konya Karamanin hayati degisti. Turkiye universite sinavinda en basarili ilk 5 sehir arasina girdiler.Yazdigi kitaplar okadar basit ve ogretici ki ,okuyupta  ogrenmemek  icin caba sarfetmeniz gerekiyor.Basarili olmak ancak bu kadar iyi anlatilabilir.Konusunun en mutevazisi ve en iyisi..

13.   Nerimos; Tek basina 2 cocugu + belediye otobusunde tanidigi varlikli ortaokul ogrencisini perdecilikten  elde ettikleriyle universiteyi  tamamlatti, hepsini evlendirdi.Tum hayati, elleriyle diktigi perdeleri musterilerine teslim etmeyle ve mevcut tum siyasi partilere muhalefet etmeyle gecti.Sosyal devlete ve Ataturke olan inanci hic bitmedi.Hapise giren eski arkadaslarina vaktinde yatak ve temiz carsaf goturdu.Otobus garinda tanimadigi kimsesiz cocugu evine goturup yikamasi, giydirmesine ragmen cantasindan parasini alip kactigi halde “hata benim, parayi ben vermeliydim” demistir.Yasinin ilerlemesine ragmen simdilerde torununa bakiyor ve  buldugu her firsatta muhalefete devam ediyor.Yasama bu kadar siki tutunmasi, sevdiklerine ve cevresine bu kadar duyarli olmasi onu yeri doldurulamaz hale getiriyor..Daha iyisi nasil olur bilemiyorum.

14.   Ertugrul Saglam: Faal futbol yasaminda bulundugu mevkinin en iyisi idi.En centilmen oyuncuydu.Antrenorluk hayatinin baslangicindan bugune kadar hep basarilariyla adindan soz ettirdi.Turkiye 1. Liginde  4 buyuklerin dsinda ilk sampiyon olan Anadolu takiminin basinda o vardi.Her zaman soyadi gibi karakterinin “saglam”ligi ile one cikti.Isini hep cok iyi yapti.Daha iyisi nasil oluru sanirim yine kendisi gosterecek.

15.   Fazil Say; Dunyanin en iyi piyanistleri arasina giren tek erkek pianistimiz.Adini sadece pianoyu iyi calmasiyla degil muhalif kisiligi(yerli yersiz) ve ozel hayatinin renkliligi ile on plana cikartti.Tum elestirilere ragmen hicbir sekilde taviz vermedi.Cevresindeki bircok insanin,  elestirilerine ragmen dik durusundan vazgecmedigi ve  isini cok iyi yaptigindan dolayii bravo diyorum.

16.   Ekrem Dumanli; Zaman gazetesinin yonetimine geldikten sonra gazetenin formatini degistirip okur sayisini arttirdigi, gazeteyi diger gazetelerden ayiran okunabilir temiz bir gazete yaptigi ve 1 milyon okura ulastigi icin her turlu tebrigi hakediyor.Belli bir cemaatin gazetesi olarak bilinmesine ragmen gazeteyi temiz ve herkes tarafindan okunabilir bir gazete yapmistir.Bugune kadar verdigi roportaj ve mulakatlarda olumsuz hicbir ifadesine rastlamadim.isini iyi yaptigi ve olumsuz ifadeler kullanmadigi icin kendi konumundakilerinin  en iyisi. Bir is bu kadar iyi yapilir…

17.   Yilmaz Ozdil ; Yazin literaturune  yazinin ‘’karikaturisti’’olarak girdi. Herkesin bildigi, duydugu, okudugu, gordugu olayi bambaska bir aciyla kisacik yazarak  beyinlere tokat atiyor.Sevdigini seviyorum diye, sevmedigini ise olayi karikaturize ederek yazmasiyla en cok okunan kose yazari oldu.Yazisini okuyupta ‘’bunlari nerden buluyor’’ dedigim ilk kose yazaridir.Bircok yazisiyla bana gore ‘’Malcolm Gladwell’’ i gecmistir.Yaptigi isin en iyisini yapip bunu umursamadigi icin bravo diyorum.

18.   Nasuh Mahruki ; Universitede bircok universiteli gibi dagciliga merak sardi, digerlerinden farki merakinin pesinden sonuna kadar gitti.Yeryuzunde tirmanmadigi yuksek dag kalmadi.Evereste cikan ilk Turk dagci.K2 basta olmak uzere dunyanin en zor 5 dagina tirmanip ‘’Kar Leopari’’ unvanini alan ilk Turk.Dagciliktan elde ettigi tecrubeyle Turkiye’de herkesin adini Izmit  depremiyle beraber duydugu ilk sivil kurtarma organizasyonu‘’AKUT’’ u kurdu.Adi dagcilik, kurtarma  ve motosikletiyle yaptigi seyahatler, yazdigi kitaplariyla anilir hale geldi.Soyledigi cumle Turkiyede slogan oldu ‘’Vatan lafla degil, eylemle sevilir’’.Yaptigi isler Turkiyede yapilan ilk islerdir.Neyi yapsa ilkini ve en iyisini yapiyor.Bravo diyorum.

19.   www.zaytung.com ; Okudugum mizah dergilerinin disindaki en komik yazilari yazan site.Nerden bulurlar , nasil bulurlar bilmem ama yazdiklari cok zekice.Bulunduklari dalin en iyileri.Her turlu tebrik ve ovguyu hakediyorlar.


5 Haziran 2011 Pazar

EZİK GSM REKLAMLARI...

Bu “ezik” kelimesi bana ait değil. Türkiye’ de çocuklar arasında “Kötü” yada , “zayıf” kelimelerinin yerine kullanılıyor. Bende çok sevdim.

Benimle ne alakası var derseniz anlatayım; Türkiye’ de TV de arabada yada radyoda reklam mutlaka hayatınıza giriyor. Evde TV seyretmem, arabada da radyo dinlemem derseniz o zaman size sokak “billboard” larında reklamı çakıveriyorlar. Kaçmanız mümkün değil.

Benim hayatıma reklamı zorla sokarlarsa bende kendimde bu reklamları eleştirme hakkını bulurum. Bunu da etki tepki olarak kabul etsin reklamcılar.
Benim reklamlardan anladığım Turkcell pazarın lideri konumunda.Bunu Turkcell reklamlarından çok rakiplerinin reklamlarından anlıyorum nasıl mı?

Rakipleri kendi ürünlerini anlatmaya çalışmaktan çok kendilerinin 1. ciyi hangi yönlerden geçtiklerini, 1. nin aslında fahiş fiyatla ürün sattığından bahsedip vatandaşın kandırıldığını ve kendilerinin daha iyi ve ucuz olduklarını ima edip duruyorlar.

Sevgili reklamcılar, ezik reklam bunlar, ezik…Daha baştan kabul etmişsiniz 1. olmadığınızı ve 1. yi aşağı çekmeye çalışıyorsunuz. Yani 1. yi mağdur durumda bırakıyorsunuz. Bence reklamlarınız sonucunda herhangi bir satış başarısı olmayacaktır. Oysa reklamını yaptığınız GSM operatorunun güçlü olduğu yerlere kuvvetli vurgu yapılsa sanki daha net sonuç alınacaktır.

Bu mağdur yaratma, 1.ciye vurma mantalitesi “ezik” tir, bence reklam baştan kaybedilmiştir.

Daha yaratıcı reklamlar görsek de hayatımız renklense keşke. Böylece hayatımıza bu kadar girmenin güzel bir anlamı olur.

25 Ocak 2011 Salı

KUYRUGU DİK TUTMA GÜCÜ....



Lise son sınıfta hepimiz süperdik, tam ateş parçası denen cinsten.

”Bir fırlada millet fırlama görsün” elit özdeyişi o yıllarda bize aitti.
Üniversiteye gireceğimizi biliyorduk ama hangi üniversitenin hangi bölümüne gidecektik onu bilmiyorduk.
Sanki hepimiz Harvard’a burslu kabul edilmişiz fakat biz reddetmişiz , onun havasını basıyorduk.Kazanamayacağını bilenler bile durumu hiç iplemiyordu.Eninde sonunda bir üniversiteye kapağı atacaktık.
Özgüven müthişti, kuyruk hep dikti.

O yaşta neyine güvenirsin ki? Klasik sıradan Erdemir çalışanın yada küçük şehir esnafının çocuğusun.Daha başka ne olabilirsin ki?

İlginçtir aramızda bir tane bile obez yoktu.Kızı erkeği hepimiz filinta gibiydik.Nasıl olmayalım, her yer tepelik, her yerde merdiven var.Ekmek almaya gönderdiklerinde en az 300 merdiven inip çıkman gerekirdi. Tabi Ekmeğin yarısı yolda biterdi.
Yıllar hızla geçti.Bizim dönemin mezunları 40’lı yaşlarına geldi.40 yaş öyle kolay değildir...
Geçmişte yaptığın fırlamalıkları yapmak isteyipte, şöyle bir durumuna bakıp “ah ulen ah ben yapacağımı bilirdim de neyse” diye iç geçirmeye başladığınız yaştır.
Hepimiz biryerlerde çalışıyor durumdayız.
Her meslekten çalışanımız var.Lakin bizim lise mezunu olup sahtekarlık yapana hiç rastlamadım veya var da ben duymadım.
Tamam sürekli borç isteyip sonra vermeyenlerimiz oldu ama onlar eskiden de öyleydi.Borç istediğinde “az önce bitti” deyip gönderebildiğimiz zararsızlar var tabiki.
Her mahallenin delisi mutlaka olur.

Bir gün eski dönem arkadaşlarımla karşılaştım , bizim dönemimizin mezunları nerelerdedir neden toplanmıyoruz, yada internet grubu kurmuyoruz derken hoop 1 ay içinde nerdeyse tüm dönem mezunları internet grubunda toplanıverdik.


Hemen küçük buluşmalar ayarlandı,kim nerdedir, napar, kim evlenmiş,kim çok yaşlanmış, kim şişmanlamış, kimin saçı daha çok dökülmüş gibi liseden kalma detaylarla, dedikodularla atışmalarla birbirimizi görmenin keyfini çıkardık.

Sonrasında Kdz. Ereğli Anodolu lisesi mezunları derneğine( KEALMED ) üyelik yaptırdık.

KEALMED hastane ismi yada ilaç firması ismi gibi duruyor.Hepimize ilaç gibi geldiğinden bu isim yakışıyor.
Dernek tüm dönem mezunlarını her yılın Mayıs ayında 2 günlüğüne Kdz. Ereğlide topluyor.Kurduğumuz internet grubundan 1 yıl sonrasında mezuniyetimizin 20. Yılı şerefine dernek bize sertifika ve madalya verdi .
Eeee kolay değil, haklı dernek , bu kadar yıl bu kafayla yaşayabildiğimize göre hakettik madalya ve sertifikayı.
Akşam bu güzelliği bir yemekte kutladık.Yemekte birbirine bakıpta gözünün içi parlamayan kimse yoktu.
En son 20 yıl önce gördüğü sıra arkadaşını, saçı tamamen dökülmüş ,15 kilo almış halini tekrar görmenin ne olduğunu ancak yaşayan bilir.
Yaşı 40 ı bulmuş insanların aynı lisedeki gibi birbirleyle dalga geçmesi, birbirine sarılması görülmeye değerdi.



Geceden en çok Yeni Rakı firması ve restorant sahibi karlı çıktı.O akşam,2’li konuşmalarda ilginç saplamalarda bulunduk.
Neden birbirimizi görünce bu halimize rağmen bu kadar sevindik? Üniversiteden dönem arkadaşlarımızı gördüğümüzde neden bu kadar çok sevinç yaşamıyoruz?

Sebebi çok basitti.Biz liseden mezun oluncaya kadar 7 yıl hep beraber olmuştuk.

Çocukluktan çıkıp ilk gençliğe geçişi beraber yaşamıştık.
Birbirimizin ergen halini biliyorduk.Ailelerimizi tanıyorduk.

İlk içkiyi beraber içmişliğimiz vardı.
Öğretmelerden fırça yemişliğimizi, okul müdüründen yada yardımcısından hayatımızın ilk tokatlarını tadmışlığımızı hatırlıyorduk.
Sporda, bilgi yarışmalarında,müzik yarışmalarında birinciliği aldığımızda ilk o heyacanları beraber yaşamıştık.
Araba yıkama bahanesiyle arabayı alıp, müziği sonuna kadar açıp ,ehliyetsiz araba kullanırken polise yakalandığımızda yanımızda oturan yine bu arkadaşlardı.
Maalesef birbirimizin eski sevgililerini biliyorduk.
Okulun basket takımının yada kulup takımının maçı kazandığında karşı takımın oyuncularından ve seyircilerinden sopa yemişliğimiz vardı bu sayede kazanmanın değişik karşılıkları olduğunuda acı şekilde, yaşayarak öğrenmiştik.
O yıllarımızı kendi ailelerimizin dışında bilen bir tek bu arkadaşlardı.

Lise dönem arkadaşlarımızın tamamı, unutulmaya başlanan ilk gençlik yıllarımızın ta kendileriydi.Dönem arkadaşlarımın her biri ayrı bir ilk gençlik anısıydı.

Bizim sevincimizin nedeni arkadaşlarımızı görmekle beraber ilk gençlik yıllarımıza tekrar dönmenin mutluluğunu yaşamaktı.O nedenle KEALMED ilaç ismi olmamasına rağmen ilaç gibi geliyordu bize.

Buraya kadar tamam da ilk başta gururla sözünü ettiğim, o yıllardaki güçlü özgüven, kuyruğu dik tutma bize nerden gelmişti? Nasıl o havaya girmiştik?

Liseden sonraki yıllarda özellikle üniversitede bu kuyruğu dik tutma ,özgüven duygusunun eksik olduğu, farklı şehirlerden gelen arkadaşların ne kadar bocaladıklarını, yaşamla, problemlerle başa çıkmada zorlandıklarını görünce çok şaşırıyordum.Bizim için sorun olamayacak ne varsa, diğerleri için başbelası oluyordu.Bu durumu hayat boyu yaşadık.

Geriye dönüp baktığımda güçlü özgüvenin nedenlerini çok açık görüyorum.

Kdz Ereğli ve lojmanlar;

Kdz. Ereğli gibi bir ilçede yetişmiş olmak başlı başına bir şanstı.
Yazın elerimiz buruş buruş oluncaya kadar denizde yüzebilir, adam boğmaca oynayabilir, sahilin 10. Km sinden midye çıkartabilir, kışın ise okulların kar yağışı nedeniyle 2 gün yada 1 hafta tatil edilmesini heyecanla bekleyebiceğimiz bir yerdi.



Erdemir (Ereğli demir ve çelik fabrikası), şehire zenginlik katmıştı, her türlü sosyal, sportif ve maddi katkıyı yapıyordu.

Fabrikada dışardan çalışmaya gelenlerin arasında , sadece işçiler değil, o zaman ki Türkiye’nin az sayıdaki mühendisleri ve aileleride vardı.
Bu insanların kurdukları ve yaşadığı lojmanlar ve çevresinin oluşturduğu sosyal etkinlik tüm şehrin çehresinide değiştirdi.

Lojman deyince aklınıza sıradan bir yer gelmesin.Çevre düzenlemesiyle, sinemasından gazinoya, Kooparatifinden(O yılların AVM si) derneklerine,futbol sahasından,musiki cemiyetine kadar Türkiyede küçük bir şehirinde zor görebileceğiniz her imkan sağlanmıştı.

Fabrikanın kurulması ve daha sonra devam edecek olan yatırımlarla ilgili Amarikadan, Japonyadan, gelen uzmanlar, lojmanlarda aileleriyle yaşayan Erdemir çalışanlarına kendi kültürlerini tanıttılar.

Sinema sayısının çok az olduğu yıllarda, Erdemir lojmanları Türkiye’nin en iyi sinema salonlarından birine sahipti.
Cuma akşamları en iyi kıyafetlerimizi giyer bu sinemada piyasa yapardık. İlk sevgililerimizin elini bu sinemada tutmuştuk.
Burada sinemanın yanı sıra konser ve tiyatro gösterileri yapılıyordu.

Barış Manço ve Kurtalan Expresi TV den yada kasetten dinlemek yerine çıplak gözle seyredebilirdiniz bu salonda. Sadece lojmanlarda yaşıyor olmak bile sosyal zenginliği kendiliğinden paylaşıyor, ondan pay alıyor anlamına geliyordu.

Daha sonraki yıllarda lojmanların bakım ve onarımından sorumlu baş mühendis Ereğliye belediye başkanı olacak ve tüm Ereğliyi lojmanlar kalitesine getirmeye çalışarak büyük başarı kazandı. Sanırım halen belediye başkanı.

Kdz Ereğli Anadolu Lisesi;

Önceleri yabancı öğretmenler nezaretinde TED koleji olarak kurulup mezun veren okul sonrasında Anadolu lisesine çevrildi.
Okulda TED yıllarından kalma bir anlayış ve disiplin vardı.
Anadolu lisesine gelen öğretmenler, Türkiyenin en sıkı üniversitelerinden mezun öğretmenlerden oluşuyordu.Tamamına yakını idealist idi.
Öğretmenler hem genç hem idealist olunca bizim gibi öğrenciler için yaşam zorlaşıyordu:))
Bu okulda okuyan bir öğrencinin herhangi bir bilimsel, sportif yada sosyal bir kola eğilimi olması yeterli idi.O branştaki öğretmen, o öğrenciyi kendi branşının en iyisi yapacak donanımı veriyordu.
Sistem böyle olunca Ulusal tüm yarışmalarda hatta uluslararası yarışmalarda derece alınabiliyordu.
Bir sınıf hayal edin sıra arkadaşınız Cumhurbaşkanlığı yelken yarışı birincisi olmuş, önünüzdeki sırada oturan sınıfın sessiz kız öğrencisi şiir yarışmasında Dünya 2. si olmuş,orta sırada oturan Amerikalı öğrencide AFS ile sizin sınıfta okuma hakkı kazanmış (sanırım hayatı boyunca bizi unutamamıştır).
Garibim John’a, okul müdürüne nasıl saygıyla, samimi olarak günaydın deniri öğretmiştik;
”Sana bütün kalbimle günaydın diyorum ey büyük Sabo(Sabahattin bey-Müdür)”

Tabi bu samimi günaydından sonra hep beraber disiplini boylamıştık.

Tüm sınıflarda bu ve benzeri tablo vardı.Okul yönetiminin bizimle aynı şaka anlayışına sahip olmaması en büyük problemimizdi.:)).
Okul binasına ana kapıdan girdiğinizde karşınıza camekanlar dolusu, madalyalar, kupalar çıkıyordu.Okulda başarılı olmak gelenekti.İleride başarısız olursam korkusunu okuduğum yıllar içinde hiç yaşamadım.

Sınıftada kalabiliyordunuz ama sebebi haytalıkta ustalık seviyesine ulaşmak yada ilk yıl ingilizce hazırlık sınıfında zekadan çok çalışma gerektiğini geç anlamanız idi.
Kısaca sınıfı pipinizi sallayarak geçmek öyle kolay değildi.

Öğretmeniniz derste konuştuğu için sınıf arkadaşınızı kolundan tutup zorla dışarı attıysa, bir sonraki derste tüm erkek öğrenciler sınıfı terk ederek pasif protestoda bulunabiliyordu.
Sonuçta bu hareketten dolayı disipline verilebilirsiniz ama böyle bir okulun genç idealist öğretmeni bırakın disiplini, kendisine karşı böyle bir tepki verdiğiniz için önce size teşekkür eder sonrada yaptığı davranıştan dolayı özür dilerdi.
Bu olay adam olmayla ilgili hayat boyu aldığım en güzel derslerden biriydi.



Aileler;

Büyük çoğunlumuzun ailesi Anadolunun değişik şehirlerinden, köylerinden Erdemirde çalışmak için gelen temiz insanlardı.
Lojmanlarda yaşayan hemen herkes Ereğlinin yabancısı olduğundan, kimse kendini Ereğliye ait hissetmiyordu ama herkes bütün kalbiyle Ereğliyi çok seviyordu.

Bu aidiyet hissinin oluşmaması bizleri Türkiyenin ve Dünyanın herhangi bir yerine rahatlıkla yerleşip, çalışabilir yaşayabilir konumuna getirdiğini yıllar sonra anlayabildik.
Aileler , komşularımızın çocukları olan bir önceki dönem Anadolu lisesi mezunlarının başarılarını, onların üniversitedeki durumlarını örnek göstererek bizleri farkettirmeden bir yarışın içine sokmuşlardı.
Bu kaybedenin olmadığı bir yarıştı.
Kazanan yarışa katılanların tamamıydı.
Yarış, üniversiteyi kazanmak olarak algılansada asıl konu üniversiteden sonra başlıyor ve hayat boyu devam ediyordu.
Lisede içine düştüğümüz rekabetçi ortam bizi bilmeden hayat boyu işimize yarayacak şekilde geliştirmişti.

Anladım ki erken yaşta okul yönetiminden yenen tokat, ehliyetsiz araç kullanmaktan karakola düşmek, arkadaşlarla beraber gizlice alınan alkolden dolayı sızmak, bize serseriliği değil, herşeyin yerinde ve zamanında yapılması gerektiğini öğretmiş.

Bu yaşadıklarımı üniversitede bir daha yaşamadım.Kazanmanın herzaman mutluluk getirmediğini, kazandiğin halde de sopa yenebileceğini ,kişisel olarak yada takım halinde disiplinli çalışmanın mutlak başarıyı getirdiğini de lisede yaşayarak öğrenmiştik.

Özgüven dediğin nedir ki? Karşına çıkan yada çıkacak sorunlardan korkmamak, onların üstesinden gelebilecek cesareti ve inancı kendinde görme hissidir.
Kuyruğu dik tutma gücüdür...
Bu gücü hissetmek hayatı daha zevkli ve yaşanabilir kılıyor.

O yıllarda bize tahammül eden, sabırlarının sınırlarını zorlayan, tecrübesiz olmalarına rağmen inatla yılmadan bizimle uğraşan, idealist Ereğli Anadolu lisesinin öğretmenlerini, tecrübeli ama elleri ağır olan okul yönetimini, her türlü öğretmen eleştirisine karşın bizim adam olabileceğimiz konusunda ümitlerini hiç yitirmeyen ailelerimizi, ve muhteşem lojmanlarıyla Ereğliyi her zaman özgüveninimizin kökleri olarak gördüm.

Hepsine ayrı ayrı saygı ve teşekkürlerimi gönderiyorum.

29 Aralık 2010 Çarşamba

YENİ YILDAN NE BEKLİYORSUNUZ ?


Her yıl, her televizyonda spiker sokaktaki vatandaşa mikrofonu uzatılır “Yeni yıldan ne bekliyorsunuz” diye neşeyle sorar.Ve ben her yıl, o vatandaşın sanki umulmadık bişey söyleyecek ondan sonrada bu soru bir daha sorulmayacak diye ümitle beklerim.


Baktım olmuyor bu yıl vatandaş olarak ben söyleyecem.Bir daha da kimse Türkiye ile ilgili yeni yılda ne bekliyorsunuz diye soramayacak.


Ayrıca doğru anlaşılamayan bir açıklamayıda netleştiriyorum.Atatürkün “muasır medeniyetten” ne kasteddiğini 87 yıldır net, tane tane açıklayan olmamış.Ben açıklıyorum.


Amaç, aşağıdaki hedeflere ulaşmak olursa bugün konuştuğumuz ve tartıştığımız konuların hepsi yok oluyor.


Ticaret, bilim, sanat, kültür,yaşam, hukuk ve din alanında,

1. Dünyanın en başarılı ilk 100 üniversitesi arasında Türkiyeden 20 üniversitesini sokma hedefi olan,
2. Türkiyedeki günlük toplam gazete satışını 50 milyon adete çıkartma hedefi olan,(Şuan 4,5 Milyon adet civarında,1970 yılında 3 milyon adetmiş)
3. Dünyada en çok bilinirliliği, tanınırlığı olan 100 ticari marka arasına 20 markasıyla girme hedefi olan.
4. Dünyada, ülke nüfusuna göre en az kamu personeli çalıştıran ama en yüksek aylık ücreti ödeyen ülke olma hedefi olan
5. Dünyada, ülke nüfusuna göre en az kamu taşıtı kullanan ülkesi olma amacı olan,
6. Dünyanın en hızlı yargı sistemine sahip ve en yüksek ücretli savcı, yargıçına sahip olma hedefi olan,
7. Türkiyede basılan yıllık toplam kitap sayısını 2 Milyar adet(kişi başı yıılık 25 adet kitap eder,2009 da kişi başı yıllık yaklaşık 1 adet imiş) çıkarma hedefi olan
8. Türkiyedeki tiyatro sayısını ülkedeki 100 kişiye 1 koltuk sayısını tutturuncaya kadar tiyatro açma hedefi olan, (Istanbulda 2009 da yaklaşık 400 kişiye 1 koltuk idi)
9. Türkiyedeki sinema salonu sayısını 4000 adete(şu an 1140adet)
10. Türkiyedeki müze ziyaret kartı sayısını 15 milyona cıkarma hedefi olan(Şuan 2 Milyon adet )
11. Dünyada en çok ilgi gören ve en çok takip edilen ve en çok bilimsel makaleleri yayınlayan ilk 5 ülkesinden biri olma hedefi olan,
12. Her yıl dağıtılan Nobel bilim ve edebiyat ödüllerinden birini mutlaka alan yada almaya aday çıkartma hedefi olan
13. Her yıl dağıtılan Grammy, Oscar ödülleri arasında, her yıl aday olarak 1 den fazla film ve yıldız çıkarma hedefi olan ve her 5 yılda mutlaka 2 tane ödülü alma hedefi olan
14. Dünyanın en iyi ilk 100 müzisyeni arasına 20 dahi müzisyenini yerleştirme hevesi ve amacı olan
15. Bulunduğu coğrafi konum nedeniyle etrafındaki ülkerin ve kendi yeteştirdiği nitelikli insanların beyin gücünü kullanarak kendi vadisini oluşturmak ve bu konuda Silikon vadisine fark atmak amacı olan,
16. Dünyada ülke nufusuna göre en az sayıda ama en hızlı ve en eğitilmiş Dünyanın en iyi ordusuna sahip olma amacı olan
17. Dünyanın en iyi ilk 50 mimarından 10 nuna sahip olma amacı olan.
18. Dünyada üzerinde uçan 100 uçaktan 10 unu üreten firmaları Türkiyeden çıkarma amacı olan
19. Yeni nesil petrol harici yakıtlarla çalışan ve Dünyada en çok satan ilk 10 araba üreticisi firmaları çıkarma amacı olan,
20. Dünyadaki mühendislik şirketleri arasında ilk 10 a 3 şirketiyle girme amacına sahip olan.
21. Dünyanın en karlı 10 Global şirketinden 2 tanesini ülkesinden çıkartma amacı olan
22. İnternet alanında dünyadaki en çok bloga sahip ve en çok yazılı bilgi üreten ilk 2 ülkeden biri olma hedefi olan.
23. Dünyanın en iyi ve en köklü mutfağına sahip ülke olduğunu ve bu konuda Dünyada yayınlanan her 3 yazılı ve görsel haberden 1 inde Türk mutfagının adını geçmesini kendine hedef koymuş olan,
24. Dünya ülkeleri arasında sosyal gelişmişlikte ilk 5 e girmeyi hedefi arasına koyan,
25. Dünya ülkeleri arasında ekonomik gelişmişlikte ilk 3 ülkeden biri olmayı hedef koyan,
26. Tüm takım sporlarında özellikle Futbol, Basketbol, Voleybolda dünyanın en zor ve en iddalı liglerine sahip olan, Futbolu 50.000 kişilik stadlarda, basketbolu ve voleybolu 30 bin kişilik spor salonlarında oynayan, Dunyanı en çok takip ettiği, derbi macları 50 ila 70 ülkenin seyrettiği liglere sahip olma amacı olan.
27. Bisikletin ve doğa sporlarının ülke nüfusuna oranla en çok yapıldığı ve bu konuda dünyadaki en çok kulube sahip olan ilk 10 ülkeden biri olma hedefi olan.
28. Doğal ve yenilenebilir enerji kaynaklarından en fazla yararlanan ve bu konuda en fazla teknoloj üreten ilk 3 ülkeden biri olma amacı olan,
29. Dünyada okur yazarlık oranının en fazla olduğu ülke olma hedefi olan,
30. Dünyanın en iyi beyin cerrahları, kalp cerrahlar, ve organ nakli yapan Dr. larına sahip olan ve Dünyada ilk 10 a 2 hastanesi ile girme hedefi olan,
31. Dünyada en fazla sağlık araştırması, geliştirmesi yapan ve bu konuda çok ciddi maddi kaynak ayıran ülke konumuna gelme amacı olan.
32. Müslüman ülker arasında, en fazla islam dini ile ilgili araştırma yayınlama amacı olan,
33. İslamın dininin en iyi ve en doğru ögretildiği, bu konuda Dünyanın en iyi İslam dini eğitimini veren Üniversitelerini kurma hedefi olan.
34. Dünyanın en çok okunan mizah dergilerine sahip olma hedefi olan.
35. Dünyada en iyi ve en zor pilot eğitimi veren ve en fazla pilotuna sahip ülkesi olma amacı olan
36. Dünyadan uzaya, araştırma amaçlı en fazla uzay mekiği veya onun yerine geçecek uzay taşıtı ve astronot gönderen ülke konumuna gelme hedefi olan.
37. Dünya üzerinde Ormanlarını, ülke yüzölçümüne oranla en yukarı taşımış ülke konumuna getirme hedefi olan.
38. Dünya üzerinde havası şehirlerde bile en temiz olan ilk 5 ülkesinden biri olma hedefi olan
39. Dünyada en fazla gemileri olan ve Dünyanın en fazla geminin üretidiği tersanelerine sahip olan.
40. Dünyanın en fazla balık tüketen ülkesi olma hedefi olan.

22 Aralık 2010 Çarşamba

KUTUDA SÜT SATAN FİRMALARA ÇAĞRI...

“Kuş besleme evi/kutusu” procem kesin bir başarı kazandı.Mahallenin tüm kuşları, her sabah kutunun başına gelip ekmek kırıntılarıyla karınlarını doyuruyor.

Eve 4 gün gelmeyip, ekmek kırıntıları verdiğim kuşları aç bırakırsam olacağı budur.Gariban kuşlar her sabah alıştıkları yerde kırıntıları göremeyince kızgınlıklarını kutudan çıkarmışlar.Kutu delik deşik olmuş...Sanırım kutuyuda yemeye kalkmışlar.




Kutuda süt satan firmalar, kutularını aşağıdaki yazıda belirttiğim şekilde yapsalar yani kutunun üstüne çiçek böcek resmi değilde Karikatürize edilmiş tipler koyup, kesme yerlerini işaretleseler, boş süt kutularından çevremizde yaşayan kuşlara , kedilere şık yemek kapları sunmuş olurlar.Bu sütleri daha çok çocuklar ve gençler içiyor, bu nedenle karikatürize edilmiiş süt kutuları daha eğlenceli.


Tükettiklerimizden artanların, doğada yaşayan diğer canlılar için bir işe yaraması gerekir. Çevreci aktivist olduğumdan değil, bencil olmadığımdan inanarak yazıyorum bunları.Ayrıca soluduğumuz havadan, elimizin değdiği, gözümüzün temas ettiği çevreden daha gerçek ne var ki hayatta.

Süt kutusu sonuçta bir atıktır.Değerlendirilmesi, çevreye yararlı hale gelmesi elimizde olan bir durum...Kutuda süt satan firmalar,biraz gayret, bu konuda piyasaya ilk giren kazanır...

8 Aralık 2010 Çarşamba

KUŞ BESLEME KUTUSU/EVİ

Aldığımız süt kutuları neden boşaldıktan sonra çöpe gider, çünkü biz sadece süte odaklanırız.

Kafımızı kaldırıp etrafımızda yaşayan diğer canlılara yardım etmeyi düşün(e)meyiz.

Diyelim ki düşündük nasıl yapacağız?Makas bul,kutuyu kes, ekmek kırıntılarını koy dışarı pencerenin önüne.Oooooo uzun iş.....Uğraşamam, ayrıca dışardan görüntüyü de kirletiyor.Kesik süt kutusu, çok kötü bir görüntü.

Kulakları çınlasın, annemin VITA tenekeleri ve onun içindeki karanfilleri gözümün önüne geldi.Karanfil, karanfilliğini bilemedi yıllarca.Kendilerini hep margarin sandılar......
Resimde görünen harika “Kuş besleme kutusunu” ben yaptım.Neden harika? Çünkü resim yeteneğim Ajdanın dans yeteneği gibidir...

Hiç bir yerden alıntı yapmadım, kendiliğinden gelişti.Süt kutusunu neden çöpün içine değilde yanına koymuş olduğumu düşünürken, çöpün dolu olduğunu gördüm(2 gündür dolu zaten).Tek başıma amma çok tüketmişim dedim ama gözüm yine kutuda, dışarda durması beni rahatsız ediyor.”O zaman yerde oturma, gel masamda bana eşlik et” dedim.
Kutuyu masanın üstüne koydum.Masanın üstünde, laptopun yanında boş süt kutusu, çay fincanı ve kurabiyeler.Hah dedim şimdi oldu.Bu kutu mutlaka giydirilmeli.Kendimi doğru dürüst giydiremeyen ben, kutuyu giydirecem...Süperim.

Baktım elimde sadece kutu ve kalemler var.Kutuyu, ya boyamak yada kaplamak lazım.Gözüme lavobonun yanındaki kağıt havlu ilişti, hemen aldım, kıvırdım, kutuya bantladım.Bu kabiliyetle amma çizerim diye düşündüm.2 tane kocaman göz, kocaman açık bir ağız ve dışına zikzaklı çerçeve.....oldu dedim, bu kadar basitse mutlaka birisi bulmuştur diye düşünürken zaten karakter çıkmış ortaya.

Sünger bob.

Google abladan baktım, sünger bobta birde kravat varmış, oda tamam..İşte fotolar...

















Sonuç:


Anlamsız çiçek böcek resimleri yerine adam gibi karikatürüze edilmiş süt kutuları olsa, herkes kutu boşaldıktan sonra belirtilmiş yerden keser, kuşlara süper besleme kutusu veya kedilerin süt içeceği harika kaplar böylece kendiliğinden ortaya çıkmış olur.

Keşke kutuda süt satan firmalar buna benzer kutular yapsa...

Bugüne kadar neden düşünmemişler anlamadım.
Sloganları bile hazır ;

“Sadece süt almıyorsunuz, doğada yaşayan diğer canlılara yardım ediyorsunuz”

“Süt hayattır, kutusunu lütfen hayvanları beslemek için kap olarak kullanınız”